24 Mayıs 2011 Salı

Sen Susunca

Berna Ç.'ye...

tehlike yakmadan kulaklarımı,
sessizce akar içime.
kimse bilmez bu hali,
kimse duymaz ki senin sesini...
tenindeki bıçak keskinliği,
doğramaz oldu hayallerimi.
kimseyi özlemedim ben,
seni özlediğim gibi...

sen gittin diye ölmüyor insanlar.
ölmek onların işi...
kimse farkında bile değil sanki,
herkes her şeyi biliyor gibi.
ben acemilik nedir bilmezdim;
karıncalar taşıyormuş meğer dünyayı.

cinayetten arıyorlarsa beni,
şaftım kaymışsa artık gecelerde.
seninle bile konuşmuyorsam mesela,
söylesene bitmedi mi bu çılgınlık hala?

sen gidince ölmedi kimse.
ölmek ne iğrenç bir kelime!
sen susunca susmadı kimse.
ben, sağır oldum sadece!

20 Mayıs 2011 Cuma

Otobüsün İçinden Hayat

18 mayıs 2011 Selçuk Üniversitesi’nde Kahraman TAZEOĞLU  Bey’in söyleşisine katıldık. Çok samimi ve esprili bir insanmış kendisi. Tabi bu benim  1,5 saatlik izlenimimden anladığım.  Belediye otobüsleri üzerinden hayatı anlattı bize.  Hayata bir de belediye otobüsünün camından baktık. Otobüse binip etrafa baktığımızda, aslında onlarca kendiniz vardır. Farklı ruh hallerine bürünmüş bir sürü siz.  İnsanların gözlerindeki çizgilerden hayatlarını okumaya çalışırsınız. Kimisi ayakta uyuyordur, kimisi uyuyordur, kimisi dışarıyı seyrediyordur, kimisi yanındaki huysuzun çenesine katlanıyordur., kimisi saklanmıştır kulaklıklarının arkasına, dinlediği müzikle bambaşka alemlere girmiştir, hiçbir şeyin farkında değildir… Buralara çok girmiyorum.
Ha, en güzeli de, bir sürü kişi durakta beklerken, otobüsün sizin önünüzde durması ve kapının tam önünüzde açılması. İşte o an bütün sıkıntılar unutulup önünüzdeki kapıya bakarsınız. Hangi ruh halinde olursanız olun bu sizi çok mutlu etmiştir. O an’ı uzatmak için yavaş hareket edersiniz. Gerilirsiniz, arkadakilere hava atarak bakarsınız, “ben binmezsem siz binemezsiniz” der gibi. İçeriye girdiğinizde bir sürü boş koltuk varsa hangisini seçmeliyim diye tereddüt edersiniz. Kimisi de hep aynı koltuğu seçer. Her ne olursa olsun otobüsün içinde bir hayat vardır.

***

“Otobüs dolu, en önde liseli birkaç çocuk sürekli yüksek sesle konuşuyorlar, birbirlerine bir şeyler anlatıyorlar. Tüm otobüs rahatsız oluyor ama kimse bir şey diyemiyor. Şoför de öyle. Ama sabrı taşıyor şöförün ve biraz iyimser şekilde diyor ki;
-Evladım susun ama kaza yapıcaz şimdi bakın.
Çocuklar birbirlerinin yüzüne bakıyor, sonra birisi şoföre diyor ki;
-Tamam amca tamam sustuk sen yap kazanı.”

***

“Şoför otobüste kalkış saatini beklerken elindeki sigarayı püfür püfür tüttürmektedir. Arka koltukların birinde oturan bayan kalkıp şoförün yanına gider ve eliyle sigara yasağı uyarısını gösterek;
-Bakın burda ne yazıyor; sigara içmek yasaktır.
Şoför bir kadına bakar, bir yazıya. Sonra eliyle işaret ederek der ki;
-Ona bakarsan “şoförle konuşmak yasak” da yazıyor.”
bkz: kadın cevab veremedi.

***

Tabi Kahraman TAZEOĞLU konuşur da konu aşka gelmez mi? Belediye otobüsünü sevgiliye benzetiyor Kahraman Bey.
Ehem, hemen kötü anlamda düşünmeyin canım. Diyor ki;
-İkisini de sokağın başında görünce heyecanlanırsınız.
-İkisi de hep geç gelir.
-Ve ikisine de “niye geç kaldın?” diye sorulmaz.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Bir Çocuk Şarkısı

Kutu kutu pense taşırdım yanımda, hatalarını onarmak için.
Bir de elmam olurdu, acıktığında yersin diye alırdım yanıma.
Ya hayat arkadaşım bir gün bana arkasını dönerse? Ağlıyorum için için…
Yanında oldum her zaman bilirsin hayat boyu.
İçimde ürkek bir titreme düşünüyorum koyu koyu.
Öyle bir sevmişim ki seni bilemezsin. “Ama şurası eksikti” diyemezsin.
Tam tekmil sevdim seni eminim.
Hastalıkta sağlıkta senin yanında olmaktı yeminim…
Yağ sattım bal sattım, yine de aldım en beğendiğin ayakkabıyı.
Hevesin geçince çöpe attın, öldürdün bu talihsizlik ustasını…
Dilim kopaydı da “seviyorum” demeseydi sana…
Gerçi kalp sevince dil neylesin? Onu da koparamazdım ya.
Koca ömrüm heba oldu ya, sağlık olsun ya…
Portakal istedin bir gece yarısı hiç unutmam.
Ama gönlünü edemeyince uyuyamam.
Çulsuzum, param da yok ama bir yalan uydurup ikna etmiştim Manav Hayri’yi…
Soydum, başucuna koydum. Bir teşekkür etmedin ama olsun en azından rahat uyudum.
Böyle geldi geçti hayat, sana hep fırından yeni çıkan ekmeği yedirirdim, bense bayat…
Bir gün adıyla ekmeğe bir yağ sürüp vermesen de, mutluydum yinede.
Kahvaltı sofrasındaki gülücüklerini izlemek yeterdi.
Mini mi mini bir kuş konmuştu bir gün penceremize.
Merhametini ilk o zaman görmüştüm. Kıyamadın aldın ya onu içeriye, çok şaşırtmıştın beni.
Bu kadın mıydı bana bir gün olsun minnet duymayan?
Bu kadın mıydı gözlerine baktığımda değersizliğimin yansımasını gördüğüm?
Kuş kadar olamamıştım anlaşılan senin gözünde. Yalan yok kıskanmıştım minnacık kuşu.
Pırpır edip canlanmasına izin vermeden ezmiştim ya onu, hala kulaklarımda o nefretle “Aptal!” deyişin. Anılarımda canlanır yaptığım her hata da senin sesinden yankılanan o “Aptal”…
Sevmedin belki de beni hiç ama hep mutlu görürdüm seni. Buydu tek tutunacak dalım.
“Kusura bakma başkasını seviyorum” diyene dek.
Hep mi talihsizliği işaret ederdi benim kahve falım?
Seninle geçen her yıl için bir kurşun saydım ömrüme tek tek…
Geriye pek bir şey kalmadı zaten. Doktor en fazla altı ay yaşarsın dedi ama sanmam.
Senin için yazmayı bile beceremediğim bir şiirden sonra ölürüm herhalde.
Biliyor musun akıllandım artık, hiçbir yalana kanmam…
Ölüyor olsam bile dayanamam koşa koşa yetişirim son nefesimde, sen yeter ki gel de…
Ve bir gün geldim eve, her zaman ki gibi kimse yok…
Dolaptaki ilaç gözüme takılır. Dedim ya akıllandım artık diye,
“Aptal!” falan değilim senin o gün dediğin gibi. Şeker falan sanmadan bitirdim hepsini.
Ne kurtarmaya gelecek bir annem vardı,
Ne de “Aptal!” deyip yaptığımdan utandıracak bir "SEN"…

15 Mayıs 2011 Pazar

İnternete Müdahale Meselesi


Az önce malum "İnternetime Dokunma" yürüyüşündeydim, meselenin ele alınış şekli beni hiç tatmin etmiyor olsa da sonuçta bu olay en temelinde internete yapılan müdahaleye tepki göstermek amacı taşıdığı için ne olursa olsun destek vermenin zorunluluk olduğu kanaatindeyim. Ama işte ortada en temel sorunun üzerini kapatabilecek ve çözümünü engellebilecek kadar ciddi bir yanlış yönelim var çünkü protestolar neredeyse tamamen 22 Ağustos'a odaklanmış. Yani internetin filtrelenmesine. Şimdi bu filtre olayı o kurumun başkanının da söylediğine göre tee Şubat ayında ortaya çıkan ve kurumun internet sitesinden de tee o zamandan açıklanmış bir şey. Ama işte saçma sapan bir şekilde seçimlere bir buçuk ay kala gündeme getirildiğinde ne oluyor? Provokasyon bik bik bik. Hayır provokasyon olsun canıma minnet, senelerdir uyuyan internet kullanıcılarını uyandıracaksa provokasyon olmasının benim için hiçbir mahsuru yok. Ama uyanmıyorlar. Filtre de filtre diye tutturulmuş, tüm tepkiler onun üzerine bina ediliyor. Sonra BTK Başkanı açıklama yapıyor, standart paket değişmeyecek diyor, şu anki internetiniz güvende, onunla ilgili herhangi bir değişiklik olmayacak diyor. İlk başta tepki veren insanların pek çoğu "aa, bak yalanmış, provokasyonmuş" diyor geri çekiliyor, öbürküler kuruma güvenmiyor (e haklılar da) "yalan söylüyorlar, değişecek" diyor. Sanki zaten yıllardır saçma sapan, geri zekalıca bir şekilde internet kullanmaya mahkum edilmiyormuşuz gibi, bu filtre meselesine kadar her şey güllük gülistanlıkmış gibi bütün tartışmalar filtrelerin üzerinden dönüyor. Filtrenin şu an kullandığı internete dokunmayacağını öğrenince rahatlayan adamla zaten işim yok, bu sıra youtube da açık nasılsa, o mutlu mesut internetini kullanmaya devam edebilir ama protestodan geri adım atmamasına rağmen tepkisini filtreye endeksleyen topluluk önemli bir hata yapıyor çünkü sansürcü devletin eline açık bir şekilde koz veriyor. Filtreler geldikten sonra gerçekten standart paket denilen seçenekte bir değişiklik olmazsa (ki gerçekten olmayacağını düşünüyorum) ne diyeceksiniz? Devlet, "bakın biz demiştik provokasyon bunlar diye" diyecek. Çünkü devletler böyledir, yalancıdır, yüzsüzdür. Filtre olayı ortaya çıkana kadar neredeydiniz demiyorum tabi ki, çok fazla kişinin dikkatini çekmesi açısından iyi de oldu bu ama dediğim gibi tepkinin odak noktası bu şekilde kalmaya devam ettikçe pek çok şey boşa gidecek maalesef. Yine de, her şeye rağmen "internete müdahale" ile ilgili ilk defa bu kadar kamuoyu oluşturulmuş olması önemli evet. Umudumuz var, en nihayetinde biliyoruz ki; "umut inatla yaşamaya devam ediyordu, cehennemde bile."

Not: Konunun bütünlüğü dışında bir şey ama bu sansür protestoları karşısında "pornocular, pornolarınız elinden alınacak diye sokağa dökülüyosunuz" diyerek akıllarınca meseleyi basitleştirmeye çalıştıran bir insan çeşidi de var. Bir devletin kendi vatandaşının porno izlemesine karışmasını kafalarında nasıl bir yere oturtup kendileri için normalleştirebiliyorlar bilmiyorum ama evet porno da bu sansür meselesinde çok önemli bir yerde duruyor. Sadece porno içerikli siteler yasaklanıyor olsaydı da vatandaşa yapılan saygısızlığın ve terbiyesizliğin boyutu değişmeyecekti.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Öğrenciyken Yapabileceğiniz 10 Şey

1- Alışveriş merkezinde kasada sıra beklerken sıra size gelince başörtülü kasiyere bakıp; “aa bu kasa kapalıymış, tüh!” deyin.
(yalnız kesinlikle başörtülüleri küçümsemek için değil, sadece sıra size gelince “efendim bu kasa kapalı sizi yan tarafa alalım” diyen kasiyerlere iğneleme amaçlı)

2- Kitapçıya gidip, herhangi bir arkadaşınızın adını söyleyerek son kitabı geldi mi diye sorun;
“Halit Çetin Sözer’in son kitabı var mıydı acaba?”
Eğer Konyalıysanız muhtemelen “Bitti ama haftaya gelecek.” Cevabını alacaksınız.

3- Tramvaya binerken tam sıra size geldiğinde dolduğu için binemediğiniz zaman, daha kapı kapanmadan içerdekilere;
“yaa hep siz biniyorsunuz, Siz çok bindiniz inin de biraz da biz binelim, hem siz evde de binersiniz” gibi şeyler söyleyerek saçmalayın.
(eylül koç – çok lül ye)

4- Erikli marka su veren kantinciye;
“bunun sadesi yok mu?” diye sorun.

5- Zevkine ÖSS’ye girip, (veya adı her neyse) daha kitapçıklar dağıtılmadan, herkesin tam heyecanlı heyecanlı dua okuduğu anda;
“hocam test mi klasik mi?” diye sorun. Çıkışta da “hocam ne zaman okursunuz?”

6- Zabıta dayınız ya da tanıdığınız varsa, ayak dinlendirme makinasında ayaklarına masaj yapan arkadaşınızın yanına gönderip ceza yazdırın;
“görmüyor musun kardeşim ‘ayak dinlendirMe’ yazıyor, sen de oturmuş ayak dinlendiriyorsun!”

7- Sınıfta uyuyan arkadaşınızı, “Abdurayim kalk yerine yat oğlum, abdurayiiiim hadi oğlum” “abdurayim kalk lan devrim oldu” “abdurayim uyan geldik” gibi sözlerle rahatsız edin, uyandırın.

8- Otobüsü durdurup “falan yerden geçiyor mu?” diye sorun. “geçmez” derse;
“öpiyim de geçsin” deyip kaçın.

9- Maraş dondurmacısına parayı uzatıp çekin, uzatıp çekin. Hep o mu bizi kandıracak, birilerinin intikamımızı alması lazım.

10- Hocalarınızla işbirliği yapıp, "Bahar Şenliği" adı altında organizasyonlar düzenleyin ve o organizasyonlara gelen herkesi "Bu çocuk okumaz" diye okuldan atın.

NOT; Öğrenci değilseniz hobi olarak yapılabilecek bir şey; Geziye gittiğiniz şehirde, otobüsün içindeyken, aşağıdaki yayaları sanki bir şeyleri varmış gibi hayretle izleyerek fotoğraflarını çekin. Neler olduğunu anlayamasınlar.

13 Mayıs 2011 Cuma

Bundan Anlıyorum

beni kıskanman gereken tek şey çaydır.
seni çay kadar sevdiğim zaman anla ki
artık vazgeçilmezsin,her şeysin.
ki ben şu hayatta en çok çayı sevdim.
sevdim dediğime bakma,
bizimki bir çıkar yol bulamama durumu.
alkol haramdır bilirsin,
tütün konusu tartışmalı.
sekr halinde geçsin diye ömrüm,
bir çayı sevdim,bir seni...
ara sıra puro içerim,özellikle geceleri
sanki daha az günahmış gibi,
şahit olmazsa insan,Allah affeder belki
dünya benim için cehennemdi.
Allah affetti,seni gönderdi.
***
bilmiyorum ki edebiyatın lisede kaçtı.
ben sana devamlı hayaller kuruyorum,
bütün şairler paslı bir bıçaktı.
su çiçeğine yakalanmışsa bir kadın
ya hamiledir,ya fakir
çayı şekersiz içmedikçe anlayamazsın,
seni peynir gibi sevmek nedir?
***
benim edebiyatım hep kötüydü.
saçma sapan şeyler öğretmek istediler...
ben saçma sapan şeyleri sevmem.
sevdiğimde saçma sapan olurum.
seni saçma sapan seviyorum.
saçma sapan ne demek bilmiyorum.
***
sana güzellemeler yazıyorum.
şiir varsa,her şey var olabilir hayatta,
aşıklığımı bundan anlıyorum.
gündüzleri seni insan gibi görüyorum,
gece olunca ben şair oluyorum,
sen külkedisi...
hiçbir şair cesur değildir;
katiller şiiri çok sever,
kelimelerle öldürür çünkü şairler.
sana şiirler yazıyorum çünkü,
çünkü seni kelimelerden koruyorum,
çünkü şairler hep korkaktır.
terziler bu tip şeyleri fark etmezler.
bir bıçak şairinse kesin paslıdır,
kılıçları kınlarında yaşlanır.
aşıklığımı bundan kanlıyorum.
sen dedikçe fena yoruluyorum.

12 Mayıs 2011 Perşembe

Bir Şeyler Yapmalı


Bir şeyler, bir şeyler..
Mesela ölürken çocuklar masum,
Zalimken bir yanı dünyanın,
Ve kıyılırken cana hadsiz
Bir şeyler yapmalı.

Ya da şeytanı, gölgede pabuçsuz
Bırakmışsa diktatörler,
Bir şeyler yapmalı artık!

Dera'da bu haykırılıyorsa
Kuzeye doğru:
"Neredesin Türk insanı?!"
Bir şeyler yapmalı!

Bir şey nedir bilmiyorum.
Buazzizi'nin yaktığı ateş,
Bu bir şeydir ,
Hayır çok şeydir.

Bir şey nedir bilmiyorum.
Ölmek midir mesela, en şereflisinden?
Ölmek nedir bilmiyorum,
Ben Suriye için ölürüm,
Hiç ölmediğim kadar.

Bir şeyler yapalım, ki ölmesin çocuk.
Bir şey nedir bilmiyorum,
Diktatörün Allah bin belasını versin!
Bir şeyi biliyorum;
Bir şeyler yapmalı..

Ve bu bir şey, asla;
Olanı biteni,
Öleni gideni
El kol bağlı seyretmek değil!.
Bir de bunu biliyorum.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Bu Sabah ''O''na Uyandı

Çatallaşmış bir aşkın yol ayrımındayım
Yeni bir yangına gebe şimdilerde yüreğim;
Doğum çok yakın.
Bu peyda oluş, bir yok oluşun da müjdecisi adeta,
Yeni, eskiyi bir çırpıda süpürürken,
Gelen, gideni gram aratmayacak

Pamuk ipliğine bağlı aklımı,
Kavak yellerine kaptırdım
Ve içime ''o'' düştü,
Ben eşekten düşmüşe döndüm.
Dengem şaştı yeniden, alt üst oldum,
Normalim anormalleşti, acayibim sıradan!

Daha bu sabah ben ''o''na uyandım.

8 Mayıs 2011 Pazar

Buruşmuş Çin Düğümlerim

Su-i zandan hüsn-ü zana taşımak gibi fikirleri aynı apartmanın bir üst katına taşınmak. Aslında çok bir uğraşı yok, paketlemesen de olur eşyalarını. Yapman gereken tek şey ellerinle bir bir toplayıp evinde var olanları, tırmanmak 5-6 merdiveni. Geçen hafta ikinci katına taşındık Sazlıbosna öğretmen lojmanının ve dolabımın çekmecelerini dahi kendim kucakladım. Sıradan bir taşınma hadisesinde çağrılır bir kamyon ve ona yüklenir eşyalar işin erbabı kelli felli amcalarca. Hareket ettireceğin mesafe küçük dahi olsa derlenip toplanmak gerekirmiş aslında. Toparladıktan sonra var olanları, sıra olmayanları toplamaya geliyor, tabana, ellere, kollara kuvvet; haydi derleyip topla gücünü.

İşte bu kadar kolay görünümlü lakin bir o kadar da aldatıcı su-i zandan hüsn-ü zana taşınmak. Derdini omuzlayacak amcalar yok ortalıkta, sen varsın bir yanda aklın bir yanda kalbin. Dengede tutup bu iki eşyayı, üst kattaki komşuna hoş geldin demelisin yüzünde beşeri bir gülücükle. Hiçbir dakika aynı değil dünya üzerinde, her şey durmaksızın değişmede. Belki de her şey aynı son tahlilde! Ölenlere ağlayanların çığlıklarıyla, doğanlara gülenlerin şükürleri kaynarken aynı dünya kazanında... Hayır! Dünya kötü olamaz, O kötü değil, yarattığı kötü değil, Ayşe kötü değil, Muhyiddin kötü değil.

Kötü olmayan bu dünyada yaptığım ufak çaplı tebdil-i mekânda, beni tefekküre iten bazı soru(n)larla karşılaştım. Su Üstüne Yazı Yazmak adlı kitapla haşır neşir kalbimle, Sofilere özenerek, olanda hem hayır hem hikmet vardır düşüncesinin gölgesinde açtım taşımak için çekmecemi boşalttığım poşetimin içini, başladım yerleştirmeye kendimi. Her anıma şahit içimi bilen bir arkadaşımın Çin’den getirdiği kırmızı ve yeşil düğümlerimi buruşmuş, katlanmış ve şekil değiştirmiş görünce ruhum hüzünlendi ve nedense onların gözümün önünde bulunmalarını istedim. Aldım bu öncesi şirin sonrası dağınık iki çehreyi elime ve dolabımın kulplarına astım, “yeşil bağla ala karşı yakışmazsa öldür beni” mısrasını zihnimde seslendirerek acı bir tebessümle. Üzerinden bir gün geçmedi ki baktım, bana ilk verildikleri haldeler; onlar da bana gülümsüyorlar. Sonra “asmak” kelimesi üzerine aklımdan milyon düşünce geçti ve yakalayabildiklerimde hep idam edilen iyi insanlar, suçsuz ihtiyarlar ve masum çocuklar vardı. Böyle güzel bir kelimenin böyle kötü çağrışımlarının olması üzüverdi beni ve duruladım “asık” yüreğimi; astım, kurudu tüm ön yargı damlacıklarım sonra topladım yüreğimi ve ütüledim ve tekrar astım ütüsü bozulmasın diye. Astım Çin düğümlerimi kırışmasın diye. Asalım mı insanlardaki buruşuk tarafları sıcak bir tebessümle, gönülden bir hoşgeldinle? Ben de dâhil hiç birimiz kötü değiliz Allahın izniyle…

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Göksel Baktagir'in Naz'ına

Naz makamına vardım bugün 10 sularında.
Neyzen ellerimden tuttu geçirdi karşıdan beni diğer karşıya
Güne alnını toprağa koyarak başlamak…
Bilinçsiz dahi olsan yaşlasan toprağı
Alır kokusunu kör değil ya burnun
Naz makamına yaklaşmıştım bugün
Çabucak dualadım kuşluğumu
Sonraları fark ettim varamadan tepeye
Geri döndüğümü, feleğin dünyayı dokuyan ipliğine doğru
Nazlanmak kimlere yaraşır
Ne nazlı ruhum ne çabuk incinir
İncitirken incilerdir ayaklar altına aldığı
O hala ayaklarındaki sızıdadır
Ne zaman ki ruhum naz deminden nar buharına geçeceksin
Ne zaman niyaz damlacıklarıyla terleyecek secdede kurumalı alnın
Çek burnuna var oluşunun kokusunu
Ağla secdede, bir kuşluk vakti…

Not: Şiir Hayal Gibi Aşk Masalı 3 albumunun naz parçasına atfedilmiştir.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Kapitalizmi Niçin Sevmeliyiz?

Attila İlhan'ın dediği gibi: "Ne vakit karşımda bir kapital karşıtı görsem, öldüreceğimden korkardım! Felaketim olurdu, ağlardım." Kanımca Attila İlhan sıkı bir kapitalistti. Bakmayın sosyalistim ayakları yaptığına, sosyalistim demeyene kız(ların) vermediklerini iyi biliyoruz. Ona anlayış göstermeliyiz. Ve kapitalizmi en çok bu sebeple sevmeliyiz; o ezilen halkların ideolojisidir!

Kapitalizmi daha çok sevmek istiyoruz. Neden sevmeliyiz? Çünkü o, bize değilse bile, mutlaka yakın akrabalarımızdan birine havuzlu bir villada yaşama imkanı verir. Ve biz de -eğer adi bir servet düşmanı olmaz isek- pek tabii ki yazları bir kaç gün bu yakın akrabamızın havuzunda serinleyebiliriz. Kapitalizm akraba ilişkilerimizi geliştirir. Sıla-i rahim sünnettir.

Kapitalizmi en müslüman duygularımızla sevmeliyiz. Çünkü onun da abdestlisi makbuldür. Yüce Allah elbette ki cuma günleri camilerin çevresinde bisikletler yerine parıl parıl parıldayan cipler gördüğünde mutlu oluyordur. Ve gayetle normal olarak bir müslümanın malı mülkü arttıkça, bunların kırkta biri de artar. Ve bu bir yoksulun karnını doyurmaya yeter. En azından senede bir hafta.

Kapitalizmi en insani duygularımızla sevmeliyiz. Çünkü o, kolayı bize 25 kuruş fazlaya satan Bakkal Cihan'ı öldürür. Kolaya 25 kuruş fazladan vermemeliyiz, o para dilenciye verilir, herkes mutlu olur. Cihan zaten ölmeli, çünkü çağa direnerek dükkanında pos makinesi bulundurmuyor! Kolayı ne kadar seviyorsak, kapitalizmi de o kadar sevmeliyiz. O bizim vücudumuzda dolaşan şekerdir, kışın bizi soğuklardan koruyan yağ dokusudur. O, şüphesiz ki, bizi koruyup gözetendir.

Televizyonu seviyor muyuz? Kapitalizmi de sevmeliyiz. O, biz akşamları sıcacık evimizde -ev sıcak değilse bile yağ dokumuz bizi ısıtır- rahat rahat televizyon karşısında duygudan duyguya sürüklenebilelim diye parasına kıyıp reklam verir. Bizden aldığını bize geri verir. Kapitalizm borcuna sadıktır. Faiz sadece biz aldığımız zaman haramdır.

Kapitalizmi sevmeliyiz çünkü o bizi seviyor. Bankalar kurup bizim paralarımıza göz kulak olmak istiyor. Paralarımızı onun bankalarına yatırmalıyız. Böylece yanımızda nakit taşımayarak bir çok gereksiz masraftan kaçınmış oluruz. Nasılsa Cihan pos makinesi kullanmıyor. Ve biliyoruz ki "halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur." Hemen kendimizi bir bankaya atıp hayatımızın aşkını bulmalıyız.

Kapitalizm özgürlük demektir. Örneğin kapitalist bir devlette pek tabii ki sosyalizmi savunabilirsiniz. Fakat tam tersi mümkün değildir. Bu konu üzerine derince düşünmelisiniz. Çünkü kapitalizm istediğimiz kadar düşünmemize izin verir. Sabah iş yerimize giderken, öğle arasında yemek yerken, akşam evimize dönerken ve gece dizimizin reklam aralarında istediğimiz kadar düşünebiliriz. Ve pek tabii ki uyku saatimiz geldiğinde rüyamıza devrim bile yapabiliriz. Freud en büyük kapitalisttir!

Kapitalizmi neden bu kadar çok sevdiğimizi anladığımıza göre, şimdi değilse bile -çünkü şimdi dışarısı soğuk- müsait bir zamanda dışarı çıkıp kapitalizmi sevme hakkımızı elimizden almaya çalışanlara karşı yürümeliyiz. Yürümesek bile elimize bir pankart alıp oturmalıyız. Oturmasak bile pankartı evimizin penceresine asmalıyız. Kapitalizm kolaylıklar ideolojisidir. "Kapitalizmi Sevmemiz Engellenemez!"

3 Mayıs 2011 Salı

Kaza Filinta

Her ne kadar Türkçe birini selamlamayalı çok da olsa özüme dönüyorum ara sıra,

Merhabaaaaaa,

Ben ki metrobuste bir Filinta gördüm, sonra bir google'ladım iki Filinta, üç Filinta derken sanıyorum ben de 63. olma kararı aldım...En yeniyim şimdilik, filinta gibi adamım ve bana Türkçe'mi kullanacak bir boşluk sunduğunuz için müteşekkirim.

Hayırlı günler

Assalam,

Neden? Çünkü.


merabalar. nafile filintalar'ın en yeni üyesi olarak sizleri selamlıyorum sevgili okuyucu kitlesi. ve diğer yazar arkadaşlarımı da selamlıyorum bu vesileyle. siteye katılım sürecim çok hızlı gelişti ve bir sürü esrarengiz olay yaşandı ama bunları burda açıklamayacağım belki ilerde buranın kuruluş hikayesini filan sinemada izleme fırsatınız olursa öğrenebilirsiniz hepsini. peki neden nafile filintalar'ı seçtim? çünkü başka çağıran olmadı :/ eheh şaka yaptım. yani başka çağıran olmadığı kısmı doğru yine de evet :/ sizlere bir şiirle meraba diyeceğim ama yazıyı bitirmeden önce beni buraya davet eden ve yazma imkanı sağlayan nafile filintalar'a teşekkür etmek istiyorum. teşekkürler. ettim.

kays el mecnun

madem diyorsun ki bütün bu şiirler onun harfleriyle bitirilsin
seni öldüren rabbinin adıyla oku mecnun: kaf elif ya sin.

isyan etmek için allah! diyorum
misyonlarını tamamlamak için ingilizler geliyor
atlar çarpışıyor kanlarla karşılanıyor
biz bu günleri içten içe yaşıyor gibiyiz öldüğümüz anlaşılmıyor.

sonra bir ileri adım atıyorum iki geri
aniden nasıl tirenler seviliyor öyle? seni de seviyorum
şüphesiz aniden nasıl tirenler çarpışıyor
haluk kendini kaybediyor biz buluyoruz
geceyle hallac hiç çelişmiyor biz kendi kendimizle çelişiyoruz.

atabetü'l-hakayık'ı hakkıyla hatmetmeden geçiş dönemi geçilemez bildiriyorum
anımsa, gece, melek ve bizim çocuklar esasında hep çocuktur
anımsa, anımsamazsan vel asr innel insane le fi husr
bildiriyorum, bir kelebek ölüyorum ben kelebek yerine inliyorum.
ben kelebek ölüyorum muntazaman bu konuya ciddiyetle üzülüyorum

isyan etmek için son bir kez daha allah diyorum.
isyan etmek için
kaf elif ya sin.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Ey Dertli Adam

Hayat bazen öyle kalleşlikler yapar ki, kimse görmez, kimse duymaz, kimse bilmez ve çaresiz, sefil bir halde saklanacak bir yer bulamadan ortada kalıverirsin. Ama birisi görür seni, bilir içinden geçenleri, neler çektiğini, acınacak halini... Ve sana bir kapı açar; sen kendi haline dalıp gidersin, ama o kapı sonsuza kadar açık kalmaz...
Sana düşen, bir çocuğun annesinin şefkatli tokadından korkarak, yine annesinin koynuna sığınan çocuk gibi o kapıya sığınmaktır.