28 Ağustos 2013 Çarşamba

Baltaya Sap Olamamış Duygular

Babası ölmüş bir çocuğu sahipleniş gibiydi bu aramızdaki kavga.
Belki de ben çok kaale alıyordum bu dünyayı ve üzerime alınıyordum.
Alınıyordum senin bu tavırlarını ve tekrar tekrar sarf ettiğin bir baltaya sap olamamış sevgi sözcüklerini harcamaktan bir kalemi ya da bir kalbi mesela.
Yoruluyor üzülüyordum çoğu zaman.
Evet, çoğu zaman düşünüyordum ve yetim çocuklara ağlıyordum.
Ağlıyordu çocuklar büyüklerin işlerine alet olmaktan heder olmuş gözleriyle.
Acımayan gözleriyle bakmıyordu bile çocuklara.
Çocuklar babalarına bakıyorlardı ölü bedenlerin arasından bir umut cenazesi çıkar diye.
Ama hiç umut yoktu bizde.
Ayrı dünyaların insanlarıydık ikimizde.
O da ne demekse?
Ama o çocuklarla aynı dünyadan olmadığımız kesindi.
Uzayda mı yaşıyorduk ne?
Bilemiyorum ya da ben çok büyütüyorum gözümde.
Belki de her şey verdiğin nefesi alıncaya kadar bitecekti.
Yalnızca bir göz açıp kapamaktı olup biten.
Sura üflenince geçip giden.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Aşk Yazısı

Sevmek Zamanı, 1965.
Aşk'ın resmi: seyir eden bir adam,
resminin seyredilmesini seyreden bir kadın.
İlahi ve tanrısal olan bir şeyin yansıması mı, ilk görüşte hormonlarda olan biyolojik karşı konmaz bir eğilim mi, dayanılmaz bir cezbe mi, bir ölüm şekli mi, zaman olmayan bir zamanda verilen bir sözü anımsamak mı, bile bile, üstelik inadına kaybetmek mi, bir ruhu keşf’e çıkmak mı, o ruh karşısında elde olmadan güçsüz ve dermansız düşmek mi, 1 sır’ra ortak aramak mı, isimleri ve yüzleri belli olmayan küçük ben’lerin var olma arzusuyla karşı’dan bir cins aramak mı, benzerini über bir müzik dinlerken ya da uçarken yaşadığımız o his mi, bilmiyorum.

Niye tanımlayalım ki zaten, adlarını her dilde dahi bulamadığımız bazı kavramları niye ve ısrarla tanımlayalım ki? Hepsi baktığımız yere ve zamana göre değişkenlik gösteriyorsa ve kesinlikle gösterecekse neden uğraşalım? “Bir akşam Füsun'un karşısında oturmanın verdiği huzur içimdeki cinleri yatıştırınca, mutluluğun çok basit ve herkesin bilmesi gereken reçeteyi keşfedip kendi kendime mırıldandığımı hatırlıyorum. Mutluluk, insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır yalnızca” Orhan pamuk / Masumiyet müzesi. (…) Yazılmış ve okunmamış kitaplarda geçenler adedince. Ortağı ve benzeri mutluluk tanımı gibi aynı. Tanımını tecrübe ettiğimiz kadarıyla ve şekliyle yapabildiğimiz.

‘Biri hatırına yenilmek’ derdim ben. Yenebilecekken belki/üstelik. Yenmeyi severken, yenilmeyi istemek. Belki en çok en’lediğimiz şeyden vazgeçerek. Öyküleri yüzünden adları hep yaşayan hemen her milletten çıkmış ikililerin başına da hep gelen gibi; engeller vardır ve feda edebildikleri engeller büyüklüğünde âşık’tır kahramanlarımız.
Bahsi geçmesi nerdeyse şart oldu; İlahi aşk ve mahiyeti 1de. İlahi Aşk’ın kanıtı Kurban’dır, peygamberi de ateş’in yakamadığı İbrahim’dir. Sınayan ve sınananlara ne mutlu.
Gönülcüğüm Kalu Bela’dan beri hem muhabbeti hem gevezeliği en çok yapılan bu konuda biraz daha konuşmak isterdi. Sosyolojik, biyolojik, başka kulvarla da üstelik. Yine de; kadınlar âşık olmasın. Fıtratları aşk’a meyyal olanları da üstelik. Kadınlar âşık olmasınlar ve “beğendikleri bir aşk’a karşılık” versinler. Yani onu en güzel seven’i sevsinler.
*
İki naçiz alıntıyla hoşçakal diyelim;
"İnsan yarım kalmış bir projedir. Onu aşk tamamlar. Fakat sonra bir vakit aşkı uğruna terk ettiği kendisiyle yüz yüze gelir. Bu aşığın imtihanıdır. İşte orda bir tercih yapmak zorundadır. Ya kendini seçecektir ya da kendi ölümünü. Eğer gerçekten âşıksa, aşkı gerçekse kendi ölümü karşısında diyet istemez ve tamamlanır. Asla gerçekleşmeyeceğini bildiği bir hayali kurmaya mahkûmdur. Asla kabul olmayacağını bildiği bir duayı kabul etmeye. Yazık, ama bunu kabul eder. Bir büyüğümüzün söylediği gibi; Vuslat varsa aşk yoktur."

Şubat(dizi) / 16. Bölüm.

*

İçim sesi, ruh sesim Keşfsever’in de sesiyle bitirelim o halde. Yalnızlık Sözleri beyefendisinden;

 
“Aşk yeni bir şey değildi. Herkes hayatında aşkı tatmıştır. Elbette yüksek ve alçak düzeylerde, çirkin veya güzel tecellilerde, yüce veya aşağı, küçük veya büyük, hatta çeşitli cinslerden. Ama hiçbir aşk kendinde boğulan,
dertleriyle boğuşan beni bu kadar cezp etmedi. Hissettiğim, ihtiyaç duyduğum ve susadığım aşk değildir. Asla aşksız kalmadım ama asla âşık olmadım.

Kendimi sürekli aşktan üstün gördüm.
Kendimi böyle duygulardan uzak gördüm.”

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Bayram Faciası 'Ölmüş Bİr Ümmet'

İstanbul'dan bir füzeyle fırlattılar beni, ruhsuz bir şehre...
Şehirlerin dili var; insanların sahte cümlelerinin dışında  bir hal dilleri var. Onlara seçilmiş roller var, tıpkı insanlara olduğu gibi. Konya denince neden Mevlana akla gelir de  Tekirdağ  gelmez? Bu sorunun cevabı ne kadar bizim bilgimizin dışında ise kişilerin de neden belli karakterleri ifade ettiği o kadar bilgimiz dahilindedir. Aslında, şehirlerin ruhuna etki eden   esbab da orda yaşayan insan kitlesidir. Nasıl ki; Fatih camiinde  attığın adım seni Allah'a yaklaştığını hissederken; Bebek'ten geçerken dahi kendini Müslüman bir ülke dışındaymış gibi hissetmen mekana sirayet eden insan ruhunun tezahürü.
 Bayramlardır sebep  şehirleri sorgulamama. Memleket dersin sıla-i rahim dersin. Sünnete uygun olanı yapmaya çalışırsın büyüklerin elleri, küçüklerin gözleri dersin; ama  ne uzatmak istemediğin el kalır,caiz olmayan kişilere, ne de tesettüre uygun oturunca akrabalardan  yemediğin laf kalır 'çıkar üstünü rahatla', acaba rahatsız mı görünüyorum?  Peygamber Efendimiz (sallallahualeyhivesellem)in düğüne gideceği zaman Allah tarafından  üzerine uyku verilmesi ve uyuyakalıp, cahiliye adetlerine uymadığı sünnetini uygulamaya çalışırken; Trakya'nın bol alkollü, kadın erkek iç içe  tuhaf şekil ve  tesettürün t sinden yoksun kıyafetlerle, Hollywood'un gala gecesini  davul zurna  çamur içinde sivri topuk  ile geçirmeye çalışan, dışı çok şıkıdım  içini yalnızca Allah'ın bileceği kişilerin katılımıyla gerçekleşen merasimlere katılmama isteğimin sorgulandığı bir memleket işte benimkisi.
Hep metropolün çöküntüsüydü şimdiye kadar dikkatimi çeken, ama  dönüp özümüze bir baksak ,köylere, birinci dereceden akrabaların, geçmişimizin  dayımızın, amcamızın, dedemizin yaşam tarzıymış çocuklarına, onlardan da bugünkü şehirlere yansıyan. O babaların çocukları, , İslam'sızlığı bir marifet bilip başörtüsü takana 'sarınmış, hoca olmuş' tabiriyle küçümseme girişimlerinde bulunan İslam'ı bir cahillik bir yobazlık zanneden ama  İslam'ın içeriğine dair fıkha, Siyer'e, Tefsir ilmine dair bir kırıntı bilgisi olmayan, Akaidin, Siyer'in sözlük anlamını dahi bilmeyen,hepsinden öte meal okumamış bir kişinin nasıl da İslam adına bu kadar peşin yargı ile hüküm vermesi akıl dışı. Akrabalık hatırına   benim dinimin kurallarını bu kadar ihlal etmeye hakkım var mı ?
Nebiler Silsilesi'nde kavimlerin helak sebeplerini okudukça 'Ya Rabbim  bizi Efendimiz (sallallahualeyhivesellem)'in duası hürmetine helak etmediğin için, Efendimiz(sallallahualeyhivesellem)'e ne kadar salavat getirsek, O'nun yaşantısıyla ne kadar yaşamaya çalışsak, şükretsek az. Şükür secdesinden kalkmamamız  gerekirken biz  neler yapıyoruz diye dehşete düşüyorum.
cihad duygularım coşuyor. Ama hal dilinden başka  ne gelir elimden. Söz ile anlatmalarım beyhude.
Başı örtülü, namazlı teyzelerin bile  hadi hatır için deyip gittiği, dönüşte ise beş saat kim ne yapmış muhabbetiyle, onay vermediklerini belirttikleri halde onların işine çanak tutmaya devam etmelerine şahit olmak çok acı. İslam bilinciyle hareket etsek, İslam'a göre yaşasak biz onlara değil, onlar bize uymak zorunda kalacaklar ama bunu idrak edemedik  müslüman alemi olarak.
Çok isterdim bir cümlede Mısır'ın,Suriye'nin sadece adını duyayım.  Bir kişinin oruçça yaşamak, ramazanca yaşamak gibi bir derdini duyayım isterdim. Ama bu memlekette  ramazanın bitişi  sınırsız içki  ile kutlanıyor. Alkol alım yaşının 11olduğu,  metropolde tekel bayilerinin önünden geçmemeye çalışırken,özümüzde aynı evi paylaşır bulduğumuz memleketlerde yaşıyoruz. Dini bayramlarımız Noel'i aratmıyor. Hep İslam'ı kendimize uydururduk. Artık level atladık; şimdi İslam'ı Hristiyanlığa uyduruyoruz... Hak Teala bizi ıslah etsin!

'Dönüşünüz hep O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. Herşeyi ilk baştan yaratan O'dur. Sonra iman edip salih amel işleyenleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırmak için geri döndürecek olan yine O'dur. Kâfirlere de inkâr ettikleri için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır.'(10/4)