Artık her Türk vatanseverine ve devlet tapınıcısına tek tek T.C. sorunu ile ilgili düşüncelerimi açıklamaktan ziyadesiyle yorulduğum için bu düşüncelerimi genel hatlarıyla bir yazıda toplamaya karar verdim. "Nasıl PKK'yı desteklersin! Nasıl Kürdistan kurulsun dersin!" diye çığıran tüm vatanperver arkadaşlara hazırda tuttuğum bu yazdıklarımı okutturacağım artık ve bence vakitten baya bir tasarruf etmiş olacağım. Çünkü şaşırırsınız, haritada görmek dışında Kürt coğrafyasıyla hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen 14-15 yaşındaki çocukların bile PKK ve Kürt meselesiyle ilgili bir takım düşünceleri var. Ve evet sanırım konuya burdan girebiliriz. Bu arada yazının başlığından da anlaşılacağı üzere bu sorunun derin bir çözümlemesini yapacağımı iddia etmiyorum, sadece meseleyle ilgili kendi düşüncelerimi toplu bir şekilde ifade edeceğim.
14-15 yaşındaki çocuklar da dahil olmak üzere bu topraklarda yaşayan insanların çok çok büyük bir kısmı PKK ve Kürt meselesiyle ilgili görüş bildiriyor. Bu görüşler de pek tabii ki genelde anne, bacı vb. türevleri etrafında şekilleniyor. Geri kalan, kendiliğinden görüş bildirmeyen küçük kesimden de eğer siz görüş bildirmelerini isterseniz onların çok büyük kısmından da gene aynı eleştirel (!) düşünceleri duyuyorsunuz. Fakat mesele şurda, bu insanların yüzde biri dahi, sözgelimi Rojin Canan Akın ve Funda Danışman'ın hazırladığı Bildiğin Gibi Değil - 90'larda Güneydoğu'da Çocuk Olmak isimli kitabı okumuyor. Haberdar olmadığını düşünebiliriz, okuma gereği duymadığını da düşünebiliriz, fakat ben asıl olarak okumayı istemediklerini düşünüyorum. Öğrenme gereği duymadıklarını değil, kasıtlı olarak öğrenmek istemediklerini düşünüyorum. Zira öğrendikleri zaman, Kürtlerin barış için şimdi onları yapmaya zorladığı şeylerin çok daha fazlasını yapmak için vicdanları kendilerini zorlayacaktır. Pek tabii ki olanları öğrense dahi kendini suçlu hissetmeyecek kadar vicdanı kararmış insanlar da var. Az da değiller. Yine de onların da öğrenme gereği duymama durumundan çok öğrenmek istememe durumunda olduklarını düşünüyorum. En azından kendi çocuklarının yüzlerine bakabilmek için.
Devlet tapınıcılığı insanların ruhlarını emer. Çünkü bir devletin işlediği insanlık suçlarını taşımaya bir insanın gücü yetmez. Devletinin işlediği suçlar karşısında suspus olup bu suça ortaklık eden insan ruhunu kaybeder. O da artık devlet gibi bir mekanizma halini alır. Vicdanını bir kenara bırakır, devletin insanlar için var olduğunu unutur ve devletin bekasını kendi varlığını savunur gibi savunur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 90 seneye yakın süreli kısa tarihine muhteşem derecede fazla insanlık suçu sığdırmayı başarmış bir devlet. Fakat vatandaşları bununla da yetinmiyor, 600 yıl dünyaya hükmetmenin, İstanbul'u fethetmiş olmanın vs. gururunu yaşayabilmek için Osmanlı Devleti'nin işlediği insanlık suçlarını da üzerine alıyor. Sonuçta da ortada vicdanıyla ilişiğini kesmiş kocaman bir halk yığını var. Ve ben de Kürtler açısından artık bu halkla gerçek anlamıyla bir barış sağlanabilme ihtimalinin olmadığını düşünüyorum evet.
Halbuki PKK ve Kürt meselesi anlaşılması zor bir mesele değil. Tabii ki daha meseleye girerken PKK ile Kürtleri ayırmaya kalktığınızda meseleyi anlaşılmaz bir hale sokmuş oluyorsunuz. Halbuki Kürt halkının içerisinde PKK gibi bir hareketi doğurmak için yetip artacak kadar sebebi var, dolayısıyla PKK'yi Kürt halkından ayırmak anlamsız. Kolektif hafızası sıfıra yakınsayan bir halkın sadece şu güne bakarak "sırf kürtçe eğitim için adam öldürüyorlar" kanısına varması, Kürt coğrafyasında yaşamayan ve o coğrafyada neler yaşandığını öğrenmemekte direten kesimi için beklenilebilir bir durum. Halbuki PKK ortaya çıkmadan önce, çok uzak bir tarih de değil, 1970'lerde Sarı Hoca İsmail Beşikçi yalnızca Kürtlerin var olduğunu söylediği için ömrünün 17 senesini hapislerde geçirmek zorunda kalıyordu. Durum şu anda böyle değil, fakat böyle olmaması iyi olduğu anlamına gelmiyor. örneğin gene aynı İsmail Beşikçi'ye bu kez türkçe ismi Kandil olan Qandil dağını Kürtçe ismiyle, yani Q harfi kullanarak yazdığı için terör örgütü propagandası yaptığı iddiasıyla hapis istemiyle dava açılıyor. Ve çok daha açık ve ortada olan bir durum olarak, devlet Kürt çocuklarına bu ülkede Türk çocuklarıyla eşit şartlarda eğitim hakkı sağlamıyor.
İki çocuğa aynı eğitimi vermek, ikisine de eşit şartlarda eğitim vermek demek değildir. Bu çok basit bir şey. Örneğin bir Japon ve bir Alman çocuğu alıp bir okula yerleştirip her ikisine de Almanca eğitim verdiğinizde aynı eğitimi vermiş olursunuz fakat doğal olarak eşit şartlarda eğitim vermiş olmazsınız. Kürt çocuklarına kendi dillerinde eğitim vermeyip Türkçe eğitim verdiğinizde, devlet olarak en temel göreviniz olan vatandaşlarınızın eğitim hakkını sağlama görevinizi yerine getirmemiş oluyorsunuz. Kürt çocukları Türkçe bilmedikleri için okula başladıklarında anlatılanları anlamıyor, bir kısmı bu sebepten ötürü eğitimine kaynaştırma öğrencisi olarak devam ediyor, bunun sonucunda da ilköğretimi ancak toplama-çıkarma vb. işlemleri öğrenerek tamamlıyor, doğal olarak da orta öğretime devam edemiyor. Yani eğitim hakkı gaspediliyor.Keşke bu şekilde geri zekalıya anlatır gibi anlatmak zorunda olmasaydık. Yeni kapitalizm kültürünün doğal ve doğal olduğu kadar da insanlık dışı bir sonucu olarak günümüzde eğitimsiz insanlar ikinci sınıf insan muamelesi görüyor. Ve siz, devlet olarak bir halkı topyekün eğitimsiz bıraktığınızda açık bir şekilde o halka ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmış oluyorsunuz. Üstelik artık aymazlığın da sınırına vararak tamamen kendi sorumluluğunuzu yerine getirmemiş olmanızdan kaynaklanan bu durumu sürekli bu halkın yüzüne vuruyorsunuz, utanmadan bu halkı eğitimsizlikle suçluyorsunuz. Bu durum anne ve babalarda da görülebilir. Örneğin şişman bir çocuğa sahip bir anne veya baba, yabancı bir insanın yanında karşı taraf bu konuyu açmadan çocuğunun şişmanlığından bahseder. Bunu önce kendisi söyler çünkü bu şekilde kendisini meselenin dışına çıkarabileceğini düşünür. Devlet de bunu yapıyor, durmadan Kürt halkını eğitimsiz olmakla suçluyor ve kendisini bu sorunun dışına çıkarmaya çalışıyor. Düpedüz haysiyetsizlik. Evet, devletler genel itibariyle haysiyetsizdir.
Donanımlı (!) Türk vatanseverlerinin ağzından düşürmediği bir başka konu da Kürt hareketinin dışardan desteklendiği, hatta dışardan bir takım müdahelelerle ortaya çıktığı. Burda bunun böyle olmadığını kanıtlamam mümkün değil, kesinlikle buna inanmadığımı söyleyebilirim, fakat kanıtlayamam. Ama şunu sorabilirim, bu neyi değiştirir? Cevabını da verebilirim: hiçbir şeyi. Bu ne ortada bir hak gaspı olduğu gerçeğini değiştirir ne de çözüm için yapılması gereken şeyleri. Eğer ırkçı bir dünya görüşüne sahip değilseniz bir halkın ırksal olarak ayrılık çıkarmaya, isyan etmeye, ortalığı karıştırmaya yatkın olduğunu düşünemezsiniz. Dolayısıyla herhangi bir halk, dışardan birilerinin dürtmesiyle yaşadığı yeri cehenneme çevirmeye karar vermez. Ya zaten cehennemde yaşıyordur, ya da cehennemde yaşamayı göze alacak kadar eziliyordur. Birincisi ikincisini de kapsıyor ve Kürdistan'daki durum da bu. Yani eğer ırkçı bir dünya görüşüne sahip değilseniz, Kürt hareketinin dışardan birilerinin fişteklemesiyle ortaya çıktığına inansanız dahi, ortada Kürt halkına yapılmış büyük haksızlıklar olduğunu kabul etmeniz ve dolayısıyla meselenin çözümünü de Kürt hareketini ortadan kaldırmakta değil, bu hak gaspına son vermekte aramanız gerekir. Fakat aramıyorsunuz. Niye aramıyorsunuz? Ona da geleceğim.
Türk halkının PKK'ye düşmanlığının sadece "şehit" meselesiyle alakalı olmadığı kesin. Devletin bu konuda da, pek çok konuda olduğu gibi medya aracılığıyla yaptığı büyük bir manipülasyon daha var. Durmadan devletin "doğu"da "terör" dolayısıyla çok yüklü askeri harcamalar yaptığı söyleniyor, milyar dolarlar hesaplanıp duruyor, devletin ekonomisinin gelişememesi ve dolayısıyla halkın refah seviyesinin düşük olması bu askeri harcamalara bağlanıyor, ve halk aslında bu "terör" durumu olmasa ekonomik olarak çok daha rahat yaşayacağına inandırılıyor. Halk zaten sefaletinin hesabını devlet dışında herhangi bir yerden sormaya ziyadesiyle eğilimli. Halbuki bu bir yalan. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğundan beri her zaman Kürt coğrafyasında büyük bir askeri güç bulundurmuş ve dolayısıyla yüklü askeri harcamalar yapmıştır. Bunu yapmak durumundadır çünkü cumhuriyetin resmi ideolojisinin en temel meselelerinden biri Kürtleri yok etmektir. Yok etmekle direkt olarak öldürmeyi kastetmiyorum fakat öldürmek de buna dahil tabii ki. Bu temel ideoloji, ilk basamak olarak Kürt kimliğini yok etmek, ikinci basamak olarak da Kürt kimliğinde diretenleri ezmek, hapishanelerde çürütmek ve katletmek şeklinde işliyor. Devletin Kürt coğrafyasında binlerce faili meçhul cinayet işlediğini artık konuyla en ilgisiz vatandaşlar bile biliyor. Bu da ilginç. Yani iki açıdan. Birincisi, evet, devletlerin hiçbir zaman yasadışı olamamalarının yanında bir diğer doğaüstü özelliği de faili meçhul cinayetler işleyebilmeleridir. Devletler dışında hiçbir güç bunu yapamaz. Diğer ilginç olan ise askerler hayatını kaybettiğinde bu "insan ölümleri"ne inanılmaz derecede duyarlı yaklaşan halkın devletin işlediği cinayetleri artık çok net bir şekilde biliyor olmasına rağmen bunları çoğunlukla gerçekten hiç umursamıyor olması. Bana göre, halkın neredeyse fire vermeden PKK'ye düşman olması için "insan ölümleri" tam olarak yeterli değildi, dolayısıyla ekonomik durumları da PKK'yle ilişkilendirilmeliydi. Ve öyle de oldu.
Son olarak bir de Kürtlerin aslında PKK/BDP'nin savunduğu haklarla ilgilenmediğini iddia eden bir takım Türk nihilistleri var. Kendileri mesela Kürt halkının eğitim hakkı gaspedilmiş olmasına rağmen bununla ilgilenmediğini düşünüyor ve dile getiriyorlar. Bir takım da gerekçeleri var. Örneğin Kürtçe kurslarının açılmış ve ilgisizlikten dolayı pek çoğunun kapanmış olması. Birincisi, bu konuda en yüzeysel bilgiler dışında bilgi sahibi değiller, ikincisi de "eğitim" meselesini hiçbir şekilde anlamış değiller. Kürtçe kursları pek tabii ki var olması gereken şeyler. Fakat Kürtçe kursu açmak, Kürt meselesinin çözümü açısından binde bir ilerlemeyi ancak sağlayabilecek bir adım. Kürtçe bilen ve bu yüzden Kürtçe eğitim almak isteyen insanlar neden Kürtçe kursuna gitsin? Hiçbir anlamı yok. Kürtçe kurslarının küçük yaştaki Kürt çocuklarına dillerini erken yaşta daha iyi öğrenmeleri açısından bir faydası olabilirdi, tabii ki ilköğretim çağındaki Kürt çocuklarına bu kurslara kaydolmak yasak olmasaydı. Kürtçe eğitim meselesini anlamak zor değil. Kürt çocukları Kürtçe konuşuyorlar, çünkü dilleri bu, basit, ve devlet bu çocuklara eğitimi kendi dillerinde vermek zorunda. Ben resmi bir üst dil olarak Türkçe'nin sabit kalmasına da karşıyım, Kürt halkı Türkçe'yi öğrenmek zorunda değil. Anadilinde eğitime karşı olduğunu söyleyen insanlar bunu gerekçelendirirken Kürtlerin Kürt coğrafyası dışında bir yerde çalışmak ve yaşamak istediklerinde büyük zorluklar çekeceğini söylüyor. Pek çoğunun şehirlerinde Kürtlerin varlığından rahatsız olduklarını açık bir şekilde dile getiren insanlar olmalarını bir kenara bırakıp bu endişelerinde samimi olduklarını düşünsek bile bunu inanılmaz büyük bir problemmiş gibi öne sürmeleri anlamsız. Kürtçe eğitim gören bir insan Kürt coğrafyası dışında çalışmaya ve yaşamaya karar verdiğinde Türkçe öğrenebilir. Veya zaten halihazırda Kürt coğrafyası dışında çalışıyor ve yaşıyor olan Kürt vatandaşların çocukları okullarında yabancı dil dersi olarak Türkçe alabilir. Aynı şekilde, bir Türk vatandaş da eğitimini Türkçe aldıktan sonra Kürt coğrafyasında çalışmaya ve yaşamaya karar verirse Kürtçe öğrenmek durumunda olur. Burada bir kırılma noktası var. Bunu duyan bir Türk vatanseveri şu soruyu sordu: "Kendi dilim kendi ülkemde yaşamaya yetmeyecek mi?" Bu insan bu soruya kadar gelebildi. Eğer bu insanın gözü kendinden başka birini de görebiliyor olsaydı, bu soruyu sorduktan sonra her şey çözülmüş olacaktı. Ama gözü kendinden başka birini görmüyor. Ve bu yüzden bu soruyu sormuş olmasına rağmen hiçbir şey çözülmedi. Bir insanın gözü kendinden başkasını görmüyorsa ve bu insan haksızlık yapan tarafta duruyorsa onunla hiçbir şekilde "gerçekten barış"amazsınız. Dolayısıyla ben bağımsız Kürdistan'ın kurulmasından başka bir çözüm görmüyorum. Fakat pek tabii ki Kürt hareketine bu konuda akıl verecek durumda da değilim. Bana düşenin her halukarda onlarla birlikte mücadele etmek olduğunu biliyorum.