mağara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mağara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Eylül 2012 Perşembe

Benim Hira Mağaram

Çekip gitmeler gelir  insana bazen. Bu dünyanın yüklerini bir an olsun  üstünden atmak ister, bırakıp  gitmek ister başka dünyalara. Bunalmıştır kendinden kaçmaktan, özünden  uzaklaşmaktan  bıkmıştır, özüne olan özlemini dindirmek ister  kısa bir süreliğine de olsa…
Herkesin  çekilmek istediği  bir inziva,  gitmek istediği bir Hira'sı vardır. Belki de en  umutsuz anında   hirana çekilme vaktidir.  Oraya gitmek   çok uzak gibi görünse de  aslında sol yanına inmekten ibarettir. Çok kısaymış  gibi görünen bu mesafeyi katetmektir en zoru da. O kadar trafik vardır ki yolda,  bütün köprüler  tek şerit akmaktadır. Ve  milim milim ilerler  gönül araban,  mağaraya arabayla gitmek de modern zamanların alışkanlığı işte!
Benim  Hira'mda benimle aynı derdi paylaşan yoldaşlarla karşılaştım, benim kadar bunalmış, benim kadar  nefes almaya ihtiyacı olan…  Gönül arabaları bir yerde stop etmiş daha fazla dayanamayıp pes etmemek için direnen gönüllerin birlikteliğiyle yakınlaşan dostlar... Hem birlikteydik hem de yalnızdık ‘Rabb’imizleydik’ ‘ Başbaşaydık’.  Bizim adımlarla ilerlememize Rabbimiz koşarak karşılık veriyordu, Hadis-i Kudsi ‘yi doğrudan yaşatırcasına.  Hira Mağaramızın kapısından girdiğimiz andan itibaren O’nunla başbaşa olmanın tadını hissettik. En başlarda zorlanır gibi oldu nefs, benlik. Ne de olsa kolay değildi bir anda bütün dünyalıklar elbisesinden sıyrılmak.  Orada bir süre kalıp zaman geçirmek gerekir, yemekten uykudan bile   bedeni kurtarmak,  özgür bırakmak gerekir. Oruçla ve namaz zincirleriyle içimizdeki şeytanları  bağladıktan sonra ,  benliğimizin  yırtıklarını kapatmak için çabaladık durduk.  
Her  yırtık,  ilahî bir iğne ve iplikle dikilmeye başlayınca; ruhlarımız da tamir olmanın  dinginliğini yaşıyordu.  mütevazi bir mağara özelliğindeydi mekanımız ve daha fazlasını  da aratmıyordu.  Orda bulduk kalbimizin gitmek istediği yolu. ‘Tarîk’ deniyor sözlükte  ama biz boş vermiştik çoktan  öğrendiğimiz bütün bilimsel terimleri. İçimizde  ne  üniversite kalmıştı, ne vize, ne final, ne latince… bütün  toplumsal kimliklerimizi bırakıp o ‘tarîk’ üzre devam etme düşünceleriyle dolmuştuk.Dolduk ve taştık en sonunda.  Göz yağmurlarına döndü kalp denizimizden buharlaşan  duygu yoğunluklarımız. Ve bir Yol Gösterici'ye bıraktık kendimizi.  Onun izinden gitmeye, ona tabi olmaya karar verdik. ‘Kardeşlikle’. Biz vardık, Yol Göstericimiz vardı ve Rabbimiz şahitti  heyecanımıza, yolcu olma isteğimizin samimiliğine ve o ana.Yol Gösterici'yle  ilk bakışımıza içimize sığmayan coşkumuza ve kalp çarpıntımıza… ve yolculuk başladı; sonu olmayan yolculuk… Süluk’a bir seyür.
Artık mağaradan çıkma vakti. Her inzivanın bir sonu elbet vardı. İnziva insanda birşeyleri değiştirip
başkalaştırdı. Sırada dünyaya yayılıp kendi dönüşümümüze çevremizdekileri de  eklemek vardı.  Adeta ‘En Sevgili’ye’ benzeme isteğini kendi Hiramızda da  hissetmenin verdiği mutluluğu  yaşarken  bir yandan da  gönülbağı kurulan kardeşlerden  ve Kevser’imizden ayrılacak olmanın  hüznü,  yine gözyaşı olup akarken dünyaya, bana kalan  valizime kitaplarımı ve yüreğimdekileri doldurup  ‘dünya yolcusu kalmasın’ diyen 15B’ye yürümek oldu…