Çekip gitmeler gelir insana bazen. Bu dünyanın yüklerini bir an olsun üstünden atmak ister, bırakıp gitmek ister başka dünyalara. Bunalmıştır kendinden kaçmaktan, özünden uzaklaşmaktan bıkmıştır, özüne olan özlemini dindirmek ister kısa bir süreliğine de olsa…
Herkesin çekilmek istediği bir inziva, gitmek istediği bir Hira'sı vardır. Belki de en umutsuz anında hirana çekilme vaktidir. Oraya gitmek çok uzak gibi görünse de aslında sol yanına inmekten ibarettir. Çok kısaymış gibi görünen bu mesafeyi katetmektir en zoru da. O kadar trafik vardır ki yolda, bütün köprüler tek şerit akmaktadır. Ve milim milim ilerler gönül araban, mağaraya arabayla gitmek de modern zamanların alışkanlığı işte!
Benim Hira'mda benimle aynı derdi paylaşan yoldaşlarla karşılaştım, benim kadar bunalmış, benim kadar nefes almaya ihtiyacı olan… Gönül arabaları bir yerde stop etmiş daha fazla dayanamayıp pes etmemek için direnen gönüllerin birlikteliğiyle yakınlaşan dostlar... Hem birlikteydik hem de yalnızdık ‘Rabb’imizleydik’ ‘ Başbaşaydık’. Bizim adımlarla ilerlememize Rabbimiz koşarak karşılık veriyordu, Hadis-i Kudsi ‘yi doğrudan yaşatırcasına. Hira Mağaramızın kapısından girdiğimiz andan itibaren O’nunla başbaşa olmanın tadını hissettik. En başlarda zorlanır gibi oldu nefs, benlik. Ne de olsa kolay değildi bir anda bütün dünyalıklar elbisesinden sıyrılmak. Orada bir süre kalıp zaman geçirmek gerekir, yemekten uykudan bile bedeni kurtarmak, özgür bırakmak gerekir. Oruçla ve namaz zincirleriyle içimizdeki şeytanları bağladıktan sonra , benliğimizin yırtıklarını kapatmak için çabaladık durduk.
Her yırtık, ilahî bir iğne ve iplikle dikilmeye başlayınca; ruhlarımız da tamir olmanın dinginliğini yaşıyordu. mütevazi bir mağara özelliğindeydi mekanımız ve daha fazlasını da aratmıyordu. Orda bulduk kalbimizin gitmek istediği yolu. ‘Tarîk’ deniyor sözlükte ama biz boş vermiştik çoktan öğrendiğimiz bütün bilimsel terimleri. İçimizde ne üniversite kalmıştı, ne vize, ne final, ne latince… bütün toplumsal kimliklerimizi bırakıp o ‘tarîk’ üzre devam etme düşünceleriyle dolmuştuk.Dolduk ve taştık en sonunda. Göz yağmurlarına döndü kalp denizimizden buharlaşan duygu yoğunluklarımız. Ve bir Yol Gösterici'ye bıraktık kendimizi. Onun izinden gitmeye, ona tabi olmaya karar verdik. ‘Kardeşlikle’. Biz vardık, Yol Göstericimiz vardı ve Rabbimiz şahitti heyecanımıza, yolcu olma isteğimizin samimiliğine ve o ana.Yol Gösterici'yle ilk bakışımıza içimize sığmayan coşkumuza ve kalp çarpıntımıza… ve yolculuk başladı; sonu olmayan yolculuk… Süluk’a bir seyür.
Artık mağaradan çıkma vakti. Her inzivanın bir sonu elbet vardı. İnziva insanda birşeyleri değiştirip
başkalaştırdı. Sırada dünyaya yayılıp kendi dönüşümümüze çevremizdekileri de eklemek vardı. Adeta ‘En Sevgili’ye’ benzeme isteğini kendi Hiramızda da hissetmenin verdiği mutluluğu yaşarken bir yandan da gönülbağı kurulan kardeşlerden ve Kevser’imizden ayrılacak olmanın hüznü, yine gözyaşı olup akarken dünyaya, bana kalan valizime kitaplarımı ve yüreğimdekileri doldurup ‘dünya yolcusu kalmasın’ diyen 15B’ye yürümek oldu…
başkalaştırdı. Sırada dünyaya yayılıp kendi dönüşümümüze çevremizdekileri de eklemek vardı. Adeta ‘En Sevgili’ye’ benzeme isteğini kendi Hiramızda da hissetmenin verdiği mutluluğu yaşarken bir yandan da gönülbağı kurulan kardeşlerden ve Kevser’imizden ayrılacak olmanın hüznü, yine gözyaşı olup akarken dünyaya, bana kalan valizime kitaplarımı ve yüreğimdekileri doldurup ‘dünya yolcusu kalmasın’ diyen 15B’ye yürümek oldu…