21 Ağustos 2013 Çarşamba

Aşk Yazısı

Sevmek Zamanı, 1965.
Aşk'ın resmi: seyir eden bir adam,
resminin seyredilmesini seyreden bir kadın.
İlahi ve tanrısal olan bir şeyin yansıması mı, ilk görüşte hormonlarda olan biyolojik karşı konmaz bir eğilim mi, dayanılmaz bir cezbe mi, bir ölüm şekli mi, zaman olmayan bir zamanda verilen bir sözü anımsamak mı, bile bile, üstelik inadına kaybetmek mi, bir ruhu keşf’e çıkmak mı, o ruh karşısında elde olmadan güçsüz ve dermansız düşmek mi, 1 sır’ra ortak aramak mı, isimleri ve yüzleri belli olmayan küçük ben’lerin var olma arzusuyla karşı’dan bir cins aramak mı, benzerini über bir müzik dinlerken ya da uçarken yaşadığımız o his mi, bilmiyorum.

Niye tanımlayalım ki zaten, adlarını her dilde dahi bulamadığımız bazı kavramları niye ve ısrarla tanımlayalım ki? Hepsi baktığımız yere ve zamana göre değişkenlik gösteriyorsa ve kesinlikle gösterecekse neden uğraşalım? “Bir akşam Füsun'un karşısında oturmanın verdiği huzur içimdeki cinleri yatıştırınca, mutluluğun çok basit ve herkesin bilmesi gereken reçeteyi keşfedip kendi kendime mırıldandığımı hatırlıyorum. Mutluluk, insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır yalnızca” Orhan pamuk / Masumiyet müzesi. (…) Yazılmış ve okunmamış kitaplarda geçenler adedince. Ortağı ve benzeri mutluluk tanımı gibi aynı. Tanımını tecrübe ettiğimiz kadarıyla ve şekliyle yapabildiğimiz.

‘Biri hatırına yenilmek’ derdim ben. Yenebilecekken belki/üstelik. Yenmeyi severken, yenilmeyi istemek. Belki en çok en’lediğimiz şeyden vazgeçerek. Öyküleri yüzünden adları hep yaşayan hemen her milletten çıkmış ikililerin başına da hep gelen gibi; engeller vardır ve feda edebildikleri engeller büyüklüğünde âşık’tır kahramanlarımız.
Bahsi geçmesi nerdeyse şart oldu; İlahi aşk ve mahiyeti 1de. İlahi Aşk’ın kanıtı Kurban’dır, peygamberi de ateş’in yakamadığı İbrahim’dir. Sınayan ve sınananlara ne mutlu.
Gönülcüğüm Kalu Bela’dan beri hem muhabbeti hem gevezeliği en çok yapılan bu konuda biraz daha konuşmak isterdi. Sosyolojik, biyolojik, başka kulvarla da üstelik. Yine de; kadınlar âşık olmasın. Fıtratları aşk’a meyyal olanları da üstelik. Kadınlar âşık olmasınlar ve “beğendikleri bir aşk’a karşılık” versinler. Yani onu en güzel seven’i sevsinler.
*
İki naçiz alıntıyla hoşçakal diyelim;
"İnsan yarım kalmış bir projedir. Onu aşk tamamlar. Fakat sonra bir vakit aşkı uğruna terk ettiği kendisiyle yüz yüze gelir. Bu aşığın imtihanıdır. İşte orda bir tercih yapmak zorundadır. Ya kendini seçecektir ya da kendi ölümünü. Eğer gerçekten âşıksa, aşkı gerçekse kendi ölümü karşısında diyet istemez ve tamamlanır. Asla gerçekleşmeyeceğini bildiği bir hayali kurmaya mahkûmdur. Asla kabul olmayacağını bildiği bir duayı kabul etmeye. Yazık, ama bunu kabul eder. Bir büyüğümüzün söylediği gibi; Vuslat varsa aşk yoktur."

Şubat(dizi) / 16. Bölüm.

*

İçim sesi, ruh sesim Keşfsever’in de sesiyle bitirelim o halde. Yalnızlık Sözleri beyefendisinden;

 
“Aşk yeni bir şey değildi. Herkes hayatında aşkı tatmıştır. Elbette yüksek ve alçak düzeylerde, çirkin veya güzel tecellilerde, yüce veya aşağı, küçük veya büyük, hatta çeşitli cinslerden. Ama hiçbir aşk kendinde boğulan,
dertleriyle boğuşan beni bu kadar cezp etmedi. Hissettiğim, ihtiyaç duyduğum ve susadığım aşk değildir. Asla aşksız kalmadım ama asla âşık olmadım.

Kendimi sürekli aşktan üstün gördüm.
Kendimi böyle duygulardan uzak gördüm.”

1 yorum:

isminizi ya da mahlasınızı belirtmediğiniz sürece yorumlarınızın yayınlanmama ihtimali vardır.