30 Haziran 2013 Pazar

rivayet



















keşke bir yerden ısırsaydı gözlerim seni
burnu akmazdı o zaman yalnızlığımın
belki sağımı solumla karıştırdığım günler de
sana bakarken aklıma gelmezdi

saat dokuzu sensiz geçerken hiç unutmam
mevsimlerden palamut  
aylardan hava çok sıcak
günlerden cuma
kulaklarım yolunu gözlüyor  
bir hayır arıyorum bu işte
-çalıyor-
dilimde tüyü bitmemiş şarkılar
iklim tropik
sen geçince sokaklar
hakim bitki örtüsü saçların
bir rivayete göre de
sen gel diye göçmüş bu topraklardan
keltler, ilirler ve traklar

bana muson demiyor yağmur
yol akıcı
durmazdan geliyorum
gözlerim kokunu ayırt ediyor
bir tütün daha sarıyorum
-ya da-
bir tütüne daha sarılıyorum yokluğunda
bütün çakmaklar kibrit oluyor.


[bu şiir "vertigo fanzin, 1. sayısında yayınlanmıştır]



Tercih Yapacaklara Önemli Hatırlatmalar

Herkesin alacağı nefes dahi belliyken bu hırs da neyin nesiydi?
Anlaşılmadığımıza sitem ederek anlaşmaya gitmemekte cabası.
İşte tercih denen meselenin özüydü bu;
Yeni bir günü görüp de ihya etmemek bizim tembelliğimizken Rabbinden her başının sıkıştığında yenilenmeyi istemek ne kadar çelişkiyse bu çelişkinin sebebi olmak da cevabın ta kendisiydi.
Zaman, öyle ziyanda ki niçin nefes aldığını bile bilmeyen insanlara nefes tüketmekle geçip gidiyor.
Oysa her şey o kadar kolaydı ki.
Bir puzzle gibi.
Doğru parçaları oturtmak yeterliydi resmi görebilmek için.
Bize o nefsi bahşeden yaratıcı her şeyi tamamlamıştı çünkü. Biraz bizden gayret bekleyip o resmi kendimizin yapıp görmemiz için ayırmıştı parçalara.
İlk insanı yarattı önce
Sonra parçayı tamamlamak için kadını.
“Erkek ve kadın müminlere gelince, onlar birbirlerinin yakını ve dostlarıdırlar” (tevbe /71) diyordu ayette.
Sonra bu iki insana bir vazife verildi; Kulluk.
Dünyaya gönderildiler. İşleri oldu güçleri oldu ama tek yapmalarını istediği şey kul olmalarıydı. Yürürken, konuşurken, iş yaparken…
Ve vaat etti. 
Tekrar cennete döndürüleceksiniz. Fakat bir şartla; imtihan olunacak.
İmtihan…
O güzel nihayetin imtihanı da kolay olmayacaktı elbet. Ki bedeli bir dönüş idi.
İşte bu imtihanın sorularının ta kendisiydi dünya.
Ve bu sorularda tek hatırlamamız gerekendi hatırlamak.
Bezm-i elest de verdiğimiz sözü.
Verdiklerini; nimetleri,
Kulluğumuzu…
Ve her sınavın sonrasında olduğu gibi yapmamız gerekendi; tercih.
Birini ötekine tercih etmek; doğruyu yanlışa, hakkı batıla, mazlumu zülme karşı tercih etmek.
Ve nihayet
Sonuca ulaşmak;
dönüş.
Âmin.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Tahribat

Şimdi reklamlar...
Karşınızda pahalı deodorantlar...
Yalan bakışlı kadınlar...
Hiçte yar kokmazlar.

Sanayi devrimi yahut kültür emperyalizmi.
Olmasaydı da bunlardan biri,
Kurtarabilseydi insanoğlu kendini,
Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, aç kalmazdı belki.

Ekonomik buhranlar ve sömürgeci takımlar.
İlaveten kişisel sorunlar ve beraberindeki psikolojik bunalımlar...
Korkarlar, sonra sanat için soyunurlar.
Bir bakmışsın kayboluvermiş BBG Tarıklar...

Yalanına dolanına  dolar durur Nafile Filintalar.
Ve sonra sabırları taşırırlar.
Yeşil bir islam kuşağıyla iki cihanı dolarlar.
Biz Nafile Dimağlar, çok tehlikeliyiz böyle zamanlar.

25 Haziran 2013 Salı

Yalnız Ken, Yalnız Ben, Yalnız Sen



"Yalnız ken. Yalnız Ben. Yalnız Sen."

Müzik: Zamfir / The Lonely Shepherd
Mısra: İsmet Özel / Of Not Being A Jew
Naçiz Eser: Zm, 2013.

karışık çerez













- "saat kaç?" dedi adam.
+ "bilmiyorum, sürekli değişiyor." dedi çocuk.

- "her şeye bir mazeret buluyorsun." dedi anne.
+ "on parmağımda on mazeret var" dedi çocuk.

- "neden yuvaları dişi kuşlar yapar" dedi ayşe.
+ "dişi kuşlar mimardır" dedi ali.

çok
sıkılıyorum
dedi
-limon

- selamun aleyküm
- ve aleyküm selam.
[selam vermek sünnet almak farz, gelsin sevaplar.]

- eller yukarı! bu bir duadır.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Taksim ve Pasif Direniş





   Takvimler 1917 yılını gösterirken, Hindistan’da Mahatma Gandhi adında bir adam, İngiliz sömürgeciliğine karşı ilginç bir protesto başlattı. Başlarda İngilizlerin umurunda bile olmadı bu protesto; Çünkü basit bir oturma eylemiydi sonuçta ve bir süre sonra etkisi kaybolacaktı. Ne var ki, işler İngilizlerin umduğu gibi gitmedi. Değişik bir olaydı bu ve gün geçtikçe bu pasif direnişe katılanların sayısı hızla artıyordu. Önceleri İngiliz mallarını boykotla başlayan bu pasif direniş, gitgide emperyalistlerin canını çok daha sıkmaya başladı. Dünyada birçok halk isyanı görülmüştü. Kimisi başarılı oldu kimisi başarılı olamadı ama hepsinde kan dökülmüştü. Ama burada tek kurşun bile atılmamıştı ve kimsenin burnu bile kanamamıştı henüz. -Şimdi burayı iyi okuyun ve neden Gezi Parkı protestolarını Gandhi’nin direnişiyle örneklendirdiğimi anlayın.- Kurnaz İngilizler bu pasif direnişi provoke etmek için önüne gelen Hindu’yu öldürmeye başlar. Amaç bir karşı ateş alıp bu eylemleri silahla dağıtmaya çalışmaktır. Lakin Gandhi akıllı bir adamdır ve lideri olduğu bu direnişin provoke edilmesine izin vermez, şiddetten kaçınır.

   Ama biz Taksim’de bu provokasyonlara izin verdik! Şimdi sizlere bu olaylar nasıl başladı ve nasıl devam etti kısaca anlatayım. Olaylara en başından beri tanık olan arkadaşımın anlattıklarından yola çıkıyorum. İlk başta küçük bir grup oradaki ağaçların sökülmesine karşı tepkisini gayet masumane bir eylemle gösteriyordu. Basit oturma eylemleri, oradaki ağaçların altında kitap okuma eylemi gibi… Sonra bu eylemlere polisin orantısız güç kullanarak müdahale etmeye çalışması işleri çığırından çıkardı. Oradaki insanlar pasif direnişini koruyamadı ve birkaç gün içinde meydan savaşına dönüştü bu protestolar. Pasif direniş bozulduktan sonra tepkiler hükümete döndü. İçlerinde hala bu kışkırtmalara uyulmaması gerektiğini bilenlerde vardı ama onların çabası yetmedi. Ki sizlerde biliyorsunuz o iyi niyetli eylemcilerin Akaretler’deki çevre temizliğine katılan, polise taş atan diğer protestoculara “yapmayın!” diyen insanların olduğunu.
Şimdi bu protestoların nasıl bir anda kanlı eyleme döndüğünün sebeplerinin yarısını gördük. Bir diğer yarısı var ki bu hepsinden daha önemli. Başta demiştik ya polis orantısız güç kullandığı için olaylar büyüdü diye… Polisin orantısız gücünün öncesinde Taksim’deki küçük protestocu gruptan çok daha küçük başka bir provokasyoncu grup gelip o pasif direniş esnasında polise taşla sopayla saldırmaya başlar. Asıl ipler burada kopmuştur aslında. Polisin asıl hatası bu provokasyoncu grupla gerçekten oradaki ağaçların sökülmesine karşı olan grubu birbirinden ayıt edememesidir. Neticede kurunun yanında yaşta yandı. Durum böyle olunca bu haksızlığı kendine yediremeyen insanlar ve onların tepkileri çığ gibi büyüdü. Buna benzer halk hareketleri manipülasyona açıktır. İstendiği takdirde çok kolay bir şekilde iç savaşa dönüşebilir. Bahsettiğim provokatörler orada birkaç polisi şehit etse bu olaylar sadece muhalif kesimle kalmaz, hükümet yanlısı kesimle muhalifleri karşı karşıya getirir ve asıl o zaman “Türk Baharı”nı yaşarız. O sebepten dolayı tepkilerimizi şiddete başvurmadan dile getirmeliyiz. Sağduyu, bu tür manipülasyon tehditlerini engelleyici bir unsurdur. Bunlara çok dikkat edilmeli.
 Şimdi haklıyken haksız duruma düşen Gezi Parkı direnişçileri mi suçlu, yoksa iyiyle kötüyü ayırt edemeyen polis mi suçlu? Biz bunları düşüneduralım bu felaketin meyvesini de provokatörler yesin.

   Hepsinden önce acaba şunu düşündük mü? “ Neden bu pasif direniş provoke edildi?”
Benim canım milletim! Biraz önce Gandhi’nin pasif direnişini kimler nasıl provoke etmeye çalıştığını ve amaçlarının ne olduğunu anlattım size. Eğer Taksim’deki pasif direniş aynen devam etseydi bugün Recep Tayyip Erdoğan çıkıpta demokrasi naraları atamazdı. O insanları “anti demokrat” diye yaftalayamazdı. Hepsinden önce bu direnişin altından kalkamazdı. Benim şahsi fikrim o gün pasif direnişi bozan provokatörlerin hükümet eliyle desteklendiğidir. Katılırsınız ya da katılmazsınız size kalmış. Yalnız şunu bilmekte fayda var ki; Eğer küçük esnaftan topladığı eşek yüküyle vergi ve o vergileri ödeyemediği için tonlarca faiz bindirdiği paraları “yetim malı” diye adlandıran bir başbakan olsaydınız, büyük şirketlere ve holding patronlarıyla kanka olup, burjuvazinin önünü açıp, işçinin sosyal hakkını elinden alıp, günde 10 – 12 saat mesai yaptırıp, yaşama hakkı bırakmadıysanız sizde o pasif direnişten korkardınız. Çünkü sizde bilirdiniz ki şiddetsiz tepki en masum tepkidir ve indiremeyeceği zalim yoktur. Bana istediğiniz kadar “pis komünist, lanet solcu” diyebilirsiniz. Ama size yıllardır ideolojilerin topluma olan zararlı etkileriyle uğraştığımı bildireyim. Ben komünizm, sosyalizm, kapitalizm vs. her türlü ideolojinin bir araç olduğunu ve ideolojik çatışmalardan doğan kaosun rant elde etmek için eşsiz bir silah olduğunu anlattım şimdiye kadar. O yüzden Size cevap olarak ancak “Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu!” diyebilirim.

   Dipnot: Hegel’in Diyalektiğini hatırlayın:
Tez: Pasif direniş
Antitez: provokasyon
Sentez (işin kaymağı): kaos ortamı ve sevgili başbakanımızın elde ettiği rant!

1 Haziran 2013 Cumartesi

Mesafe

Mesafe
                                           
                       olurda birini görürde seversen, 
                       sakın arkasından gitme, 
                       yüzüne bakma ve konuşmaya çalışma.                             
                       karnında kelebeklerin uçuştuğunu hissedersen, 
                       lepidopteroloji uzmanına git,
                       bilip de acı çekme bilmeyip de acı çekmekten beterdir,
                       çünkü gördüğün kişi sevdiğin kişi asla olamaz!                        
                       "mutlu olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir,
                       bunun üzerine çıkış yolları kapanır"        
                       ve unutma büyük şairler hep uzak mesafeden sevmiştir.
                       Not: sayın görülen kişi "birine verilicek sevgin yoksa,
                               ona ümit dolu gözlerle bakma".