19 Temmuz 2011 Salı

T.C. Sorunu ile İlgili Düşüncelerim

Artık her Türk vatanseverine ve devlet tapınıcısına tek tek T.C. sorunu ile ilgili düşüncelerimi açıklamaktan ziyadesiyle yorulduğum için bu düşüncelerimi genel hatlarıyla bir yazıda toplamaya karar verdim. "Nasıl PKK'yı desteklersin! Nasıl Kürdistan kurulsun dersin!" diye çığıran tüm vatanperver arkadaşlara hazırda tuttuğum bu yazdıklarımı okutturacağım artık ve bence vakitten baya bir tasarruf etmiş olacağım. Çünkü şaşırırsınız, haritada görmek dışında Kürt coğrafyasıyla hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen 14-15 yaşındaki çocukların bile PKK ve Kürt meselesiyle ilgili bir takım düşünceleri var. Ve evet sanırım konuya burdan girebiliriz. Bu arada yazının başlığından da anlaşılacağı üzere bu sorunun derin bir çözümlemesini yapacağımı iddia etmiyorum, sadece meseleyle ilgili kendi düşüncelerimi toplu bir şekilde ifade edeceğim.

14-15 yaşındaki çocuklar da dahil olmak üzere bu topraklarda yaşayan insanların çok çok büyük bir kısmı PKK ve Kürt meselesiyle ilgili görüş bildiriyor. Bu görüşler de pek tabii ki genelde anne, bacı vb. türevleri etrafında şekilleniyor. Geri kalan, kendiliğinden görüş bildirmeyen küçük kesimden de eğer siz görüş bildirmelerini isterseniz onların çok büyük kısmından da gene aynı eleştirel (!) düşünceleri duyuyorsunuz. Fakat mesele şurda, bu insanların yüzde biri dahi, sözgelimi Rojin Canan Akın ve Funda Danışman'ın hazırladığı Bildiğin Gibi Değil - 90'larda Güneydoğu'da Çocuk Olmak isimli kitabı okumuyor. Haberdar olmadığını düşünebiliriz, okuma gereği duymadığını da düşünebiliriz, fakat ben asıl olarak okumayı istemediklerini düşünüyorum. Öğrenme gereği duymadıklarını değil, kasıtlı olarak öğrenmek istemediklerini düşünüyorum. Zira öğrendikleri zaman, Kürtlerin barış için şimdi onları yapmaya zorladığı şeylerin çok daha fazlasını yapmak için vicdanları kendilerini zorlayacaktır. Pek tabii ki olanları öğrense dahi kendini suçlu hissetmeyecek kadar vicdanı kararmış insanlar da var. Az da değiller. Yine de onların da öğrenme gereği duymama durumundan çok öğrenmek istememe durumunda olduklarını düşünüyorum. En azından kendi çocuklarının yüzlerine bakabilmek için.

Devlet tapınıcılığı insanların ruhlarını emer. Çünkü bir devletin işlediği insanlık suçlarını taşımaya bir insanın gücü yetmez. Devletinin işlediği suçlar karşısında suspus olup bu suça ortaklık eden insan ruhunu kaybeder. O da artık devlet gibi bir mekanizma halini alır. Vicdanını bir kenara bırakır, devletin insanlar için var olduğunu unutur ve devletin bekasını kendi varlığını savunur gibi savunur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 90 seneye yakın süreli kısa tarihine muhteşem derecede fazla insanlık suçu sığdırmayı başarmış bir devlet. Fakat vatandaşları bununla da yetinmiyor, 600 yıl dünyaya hükmetmenin, İstanbul'u fethetmiş olmanın vs. gururunu yaşayabilmek için Osmanlı Devleti'nin işlediği insanlık suçlarını da üzerine alıyor. Sonuçta da ortada vicdanıyla ilişiğini kesmiş kocaman bir halk yığını var. Ve ben de Kürtler açısından artık bu halkla gerçek anlamıyla bir barış sağlanabilme ihtimalinin olmadığını düşünüyorum evet.

Halbuki PKK ve Kürt meselesi anlaşılması zor bir mesele değil. Tabii ki daha meseleye girerken PKK ile Kürtleri ayırmaya kalktığınızda meseleyi anlaşılmaz bir hale sokmuş oluyorsunuz. Halbuki Kürt halkının içerisinde PKK gibi bir hareketi doğurmak için yetip artacak kadar sebebi var, dolayısıyla PKK'yi Kürt halkından ayırmak anlamsız. Kolektif hafızası sıfıra yakınsayan bir halkın sadece şu güne bakarak "sırf kürtçe eğitim için adam öldürüyorlar" kanısına varması, Kürt coğrafyasında yaşamayan ve o coğrafyada neler yaşandığını öğrenmemekte direten kesimi için beklenilebilir bir durum. Halbuki PKK ortaya çıkmadan önce, çok uzak bir tarih de değil, 1970'lerde Sarı Hoca İsmail Beşikçi yalnızca Kürtlerin var olduğunu söylediği için ömrünün 17 senesini hapislerde geçirmek zorunda kalıyordu. Durum şu anda böyle değil, fakat böyle olmaması iyi olduğu anlamına gelmiyor. örneğin gene aynı İsmail Beşikçi'ye bu kez türkçe ismi Kandil olan Qandil dağını Kürtçe ismiyle, yani Q harfi kullanarak yazdığı için terör örgütü propagandası yaptığı iddiasıyla hapis istemiyle dava açılıyor. Ve çok daha açık ve ortada olan bir durum olarak, devlet Kürt çocuklarına bu ülkede Türk çocuklarıyla eşit şartlarda eğitim hakkı sağlamıyor.

İki çocuğa aynı eğitimi vermek, ikisine de eşit şartlarda eğitim vermek demek değildir. Bu çok basit bir şey. Örneğin bir Japon ve bir Alman çocuğu alıp bir okula yerleştirip her ikisine de Almanca eğitim verdiğinizde aynı eğitimi vermiş olursunuz fakat doğal olarak eşit şartlarda eğitim vermiş olmazsınız. Kürt çocuklarına kendi dillerinde eğitim vermeyip Türkçe eğitim verdiğinizde, devlet olarak en temel göreviniz olan vatandaşlarınızın eğitim hakkını sağlama görevinizi yerine getirmemiş oluyorsunuz. Kürt çocukları Türkçe bilmedikleri için okula başladıklarında anlatılanları anlamıyor, bir kısmı bu sebepten ötürü eğitimine kaynaştırma öğrencisi olarak devam ediyor, bunun sonucunda da ilköğretimi ancak toplama-çıkarma vb. işlemleri öğrenerek tamamlıyor, doğal olarak da orta öğretime devam edemiyor. Yani eğitim hakkı gaspediliyor.Keşke bu şekilde geri zekalıya anlatır gibi anlatmak zorunda olmasaydık. Yeni kapitalizm kültürünün doğal ve doğal olduğu kadar da insanlık dışı bir sonucu olarak günümüzde eğitimsiz insanlar ikinci sınıf insan muamelesi görüyor. Ve siz, devlet olarak bir halkı topyekün eğitimsiz bıraktığınızda açık bir şekilde o halka ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmış oluyorsunuz. Üstelik artık aymazlığın da sınırına vararak tamamen kendi sorumluluğunuzu yerine getirmemiş olmanızdan kaynaklanan bu durumu sürekli bu halkın yüzüne vuruyorsunuz, utanmadan bu halkı eğitimsizlikle suçluyorsunuz. Bu durum anne ve babalarda da görülebilir. Örneğin şişman bir çocuğa sahip bir anne veya baba, yabancı bir insanın yanında karşı taraf bu konuyu açmadan çocuğunun şişmanlığından bahseder. Bunu önce kendisi söyler çünkü bu şekilde kendisini meselenin dışına çıkarabileceğini düşünür. Devlet de bunu yapıyor, durmadan Kürt halkını eğitimsiz olmakla suçluyor ve kendisini bu sorunun dışına çıkarmaya çalışıyor. Düpedüz haysiyetsizlik. Evet, devletler genel itibariyle haysiyetsizdir.

Donanımlı (!) Türk vatanseverlerinin ağzından düşürmediği bir başka konu da Kürt hareketinin dışardan desteklendiği, hatta dışardan bir takım müdahelelerle ortaya çıktığı. Burda bunun böyle olmadığını kanıtlamam mümkün değil, kesinlikle buna inanmadığımı söyleyebilirim, fakat kanıtlayamam. Ama şunu sorabilirim, bu neyi değiştirir? Cevabını da verebilirim: hiçbir şeyi. Bu ne ortada bir hak gaspı olduğu gerçeğini değiştirir ne de çözüm için yapılması gereken şeyleri. Eğer ırkçı bir dünya görüşüne sahip değilseniz bir halkın ırksal olarak ayrılık çıkarmaya, isyan etmeye, ortalığı karıştırmaya yatkın olduğunu düşünemezsiniz. Dolayısıyla herhangi bir halk, dışardan birilerinin dürtmesiyle yaşadığı yeri cehenneme çevirmeye karar vermez. Ya zaten cehennemde yaşıyordur, ya da cehennemde yaşamayı göze alacak kadar eziliyordur. Birincisi ikincisini de kapsıyor ve Kürdistan'daki durum da bu. Yani eğer ırkçı bir dünya görüşüne sahip değilseniz, Kürt hareketinin dışardan birilerinin fişteklemesiyle ortaya çıktığına inansanız dahi, ortada Kürt halkına yapılmış büyük haksızlıklar olduğunu kabul etmeniz ve dolayısıyla meselenin çözümünü de Kürt hareketini ortadan kaldırmakta değil, bu hak gaspına son vermekte aramanız gerekir. Fakat aramıyorsunuz. Niye aramıyorsunuz? Ona da geleceğim.

Türk halkının PKK'ye düşmanlığının sadece "şehit" meselesiyle alakalı olmadığı kesin. Devletin bu konuda da, pek çok konuda olduğu gibi medya aracılığıyla yaptığı büyük bir manipülasyon daha var. Durmadan devletin "doğu"da "terör" dolayısıyla çok yüklü askeri harcamalar yaptığı söyleniyor, milyar dolarlar hesaplanıp duruyor, devletin ekonomisinin gelişememesi ve dolayısıyla halkın refah seviyesinin düşük olması bu askeri harcamalara bağlanıyor, ve halk aslında bu "terör" durumu olmasa ekonomik olarak çok daha rahat yaşayacağına inandırılıyor. Halk zaten sefaletinin hesabını devlet dışında herhangi bir yerden sormaya ziyadesiyle eğilimli. Halbuki bu bir yalan. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğundan beri her zaman Kürt coğrafyasında büyük bir askeri güç bulundurmuş ve dolayısıyla yüklü askeri harcamalar yapmıştır. Bunu yapmak durumundadır çünkü cumhuriyetin resmi ideolojisinin en temel meselelerinden biri Kürtleri yok etmektir. Yok etmekle direkt olarak öldürmeyi kastetmiyorum fakat öldürmek de buna dahil tabii ki. Bu temel ideoloji, ilk basamak olarak Kürt kimliğini yok etmek, ikinci basamak olarak da Kürt kimliğinde diretenleri ezmek, hapishanelerde çürütmek ve katletmek şeklinde işliyor. Devletin Kürt coğrafyasında binlerce faili meçhul cinayet işlediğini artık konuyla en ilgisiz vatandaşlar bile biliyor. Bu da ilginç. Yani iki açıdan. Birincisi, evet, devletlerin hiçbir zaman yasadışı olamamalarının yanında bir diğer doğaüstü özelliği de faili meçhul cinayetler işleyebilmeleridir. Devletler dışında hiçbir güç bunu yapamaz. Diğer ilginç olan ise askerler hayatını kaybettiğinde bu "insan ölümleri"ne inanılmaz derecede duyarlı yaklaşan halkın devletin işlediği cinayetleri artık çok net bir şekilde biliyor olmasına rağmen bunları çoğunlukla gerçekten hiç umursamıyor olması. Bana göre, halkın neredeyse fire vermeden PKK'ye düşman olması için "insan ölümleri" tam olarak yeterli değildi, dolayısıyla ekonomik durumları da PKK'yle ilişkilendirilmeliydi. Ve öyle de oldu.

Son olarak bir de Kürtlerin aslında PKK/BDP'nin savunduğu haklarla ilgilenmediğini iddia eden bir takım Türk nihilistleri var. Kendileri mesela Kürt halkının eğitim hakkı gaspedilmiş olmasına rağmen bununla ilgilenmediğini düşünüyor ve dile getiriyorlar. Bir takım da gerekçeleri var. Örneğin Kürtçe kurslarının açılmış ve ilgisizlikten dolayı pek çoğunun kapanmış olması. Birincisi, bu konuda en yüzeysel bilgiler dışında bilgi sahibi değiller, ikincisi de "eğitim" meselesini hiçbir şekilde anlamış değiller. Kürtçe kursları pek tabii ki var olması gereken şeyler. Fakat Kürtçe kursu açmak, Kürt meselesinin çözümü açısından binde bir ilerlemeyi ancak sağlayabilecek bir adım. Kürtçe bilen ve bu yüzden Kürtçe eğitim almak isteyen insanlar neden Kürtçe kursuna gitsin? Hiçbir anlamı yok. Kürtçe kurslarının küçük yaştaki Kürt çocuklarına dillerini erken yaşta daha iyi öğrenmeleri açısından bir faydası olabilirdi, tabii ki ilköğretim çağındaki Kürt çocuklarına bu kurslara kaydolmak yasak olmasaydı. Kürtçe eğitim meselesini anlamak zor değil. Kürt çocukları Kürtçe konuşuyorlar, çünkü dilleri bu, basit, ve devlet bu çocuklara eğitimi kendi dillerinde vermek zorunda. Ben resmi bir üst dil olarak Türkçe'nin sabit kalmasına da karşıyım, Kürt halkı Türkçe'yi öğrenmek zorunda değil. Anadilinde eğitime karşı olduğunu söyleyen insanlar bunu gerekçelendirirken Kürtlerin Kürt coğrafyası dışında bir yerde çalışmak ve yaşamak istediklerinde büyük zorluklar çekeceğini söylüyor. Pek çoğunun şehirlerinde Kürtlerin varlığından rahatsız olduklarını açık bir şekilde dile getiren insanlar olmalarını bir kenara bırakıp bu endişelerinde samimi olduklarını düşünsek bile bunu inanılmaz büyük bir problemmiş gibi öne sürmeleri anlamsız. Kürtçe eğitim gören bir insan Kürt coğrafyası dışında çalışmaya ve yaşamaya karar verdiğinde Türkçe öğrenebilir. Veya zaten halihazırda Kürt coğrafyası dışında çalışıyor ve yaşıyor olan Kürt vatandaşların çocukları okullarında yabancı dil dersi olarak Türkçe alabilir. Aynı şekilde, bir Türk vatandaş da eğitimini Türkçe aldıktan sonra Kürt coğrafyasında çalışmaya ve yaşamaya karar verirse Kürtçe öğrenmek durumunda olur. Burada bir kırılma noktası var. Bunu duyan bir Türk vatanseveri şu soruyu sordu: "Kendi dilim kendi ülkemde yaşamaya yetmeyecek mi?" Bu insan bu soruya kadar gelebildi. Eğer bu insanın gözü kendinden başka birini de görebiliyor olsaydı, bu soruyu sorduktan sonra her şey çözülmüş olacaktı. Ama gözü kendinden başka birini görmüyor. Ve bu yüzden bu soruyu sormuş olmasına rağmen hiçbir şey çözülmedi. Bir insanın gözü kendinden başkasını görmüyorsa ve bu insan haksızlık yapan tarafta duruyorsa onunla hiçbir şekilde "gerçekten barış"amazsınız. Dolayısıyla ben bağımsız Kürdistan'ın kurulmasından başka bir çözüm görmüyorum. Fakat pek tabii ki Kürt hareketine bu konuda akıl verecek durumda da değilim. Bana düşenin her halukarda onlarla birlikte mücadele etmek olduğunu biliyorum.

15 Temmuz 2011 Cuma

Does An Apple Have To Love You Because You Love It?

In first place, I want to expand the title into two questions. How an apple shows its love? And what the lover of apple may expect a lover apple to do as respondent? Think an apple that has an attractive color dark red, light yellow or sour green with cute spots on it. Appearance, fragrance can be a way for apple to show its love and in fact this is the cause for lover to be in love with. This finds an expression in the statement “Aşk odu evvel düşer maşuka andan aşıka.” of Fuzulî. Admirer does love the apple because of already existing fire of love. So, lover should not expect more than seeing, smelling. However, some lovers ask further. They want to disturb that apple and pluck it from its branch. The branch is what apple resides in and is nourished, watered by. They separate apple from the branch of the tree in which fellows of the apple live. Then, they want to taste that apple, to feel its sweet or sour, add it into their body and stir its juice and glucose to their blood. They convert that apple to energy, pulp and a part of their entity.
If we skip to humane love, its sparkle is fired by seeing beloved and then grows up in heart. According to my perception of love, admirer wants sweetheart to be always in peace. Admirer is afraid of hurting beloved, so cannot force beloved to love him/her. For lover seeing beauty, catch sweetheart’s eye is enough; lover should not urge further response.
This is a reality that lover wants to be noticed by beloved. When the lover reveals his/her love, it is the decision of sweetheart to deign response. The lover who attains any grace must consider himself/herself lucky, should be conscious of favor and appreciate it. Reciprocal love is, of course, a beautiful thing. It gives more strength, energy, happiness, and cheer to love. Admirer wonders about beloved, this makes easier to get wind of beloved. This also provides chance to talk love, to tell feelings, to share suffering of love. Then the nights start lasting longer which ustad Fuzulî says:
“Şeb-i yeldada uzar fecre kadar kıssa-yı aşk
Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler”
Apart from all these, some admirers believe their loves grow and maturate with missing, keeping away, separation, turning the knife to retain love fresh and to appreciate value of being closer. Rumî recites:
“Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk”
When we back to apple matter, I think the question in the title is asked in order to emphasize that beloved doesn’t have to love you. If not, it is an unfortunate question. There is a single sided love that you love something. Admirer doesn’t quit loving because apple or sweetheart doesn’t answerback. We can say that admirer loves independent of beloved’s response. However this “platonic love” shouldn’t happen selfishly. Admirer cannot despise beloved since his/her wonderful, deep love is not responded. Furthermore, when admirer gets response from beloved, he/she cannot compare his/her love to beloved’s. Because lover only loves, admire, follows, wonders beloved. And Zeynep Arkan inquires in her gorgeous verse:
“Hey gözleri doğuştan sürmeli aşk
Sürmeni kim milledi?”
which refers to Turkish saying “love is blind” meaning lover doesn’t notice any fault of inamorato. Even some approve that love ends when lover starts to see imperfections of beloved. As a result, love is a kind of obsession, disease affecting only lover that doctors are not able to cure but remedy is love itself. I want to end with a line from ustad Fuzulî:
            “Aşk imiş her ne var alemde.”

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Sanchez ve Ramirez – 2



Yollar uzun. İstikamet güzel dünya lakin kilometrelerle ölçülemez Sanchez ve Ramirez’in kutsal yolculuğu. Sağa mı sapılacak, sola mı sapılacak? Allah kimseyi yolundan saptırmasın. O zaman düz devam etmek gerek. Peki düz devam etmek doğru yolda ilerlemek demek midir? Hayat karmaşasında hiç mi bir şey garanti değildir yahu?!

-         Nereye gidiyoruz Ramirez?
-         Ne önemi var ki?
-         Yeterince uzaklaştım mı ondan Ramirez? Neden hala çözülmedi boğazımdaki düğümler?
-         Bu yolda yürürken döktüğün terlerle bir hasret ağacı büyütemediysen yeterince uzaklaşamadın demektir Sanchez.
-         Nerde benim ağacım Ramirez?
-         İçinde Sanchez. Eğer göremiyorsan yeterince büyümemiştir. Daha yolumuz var.
-         Neden göremiyorum Ramirez?
-         Çünkü henüz küçük bir fidan Sanchez. Büyüdükçe içine sığmayacak ve zamanı gelince dışarı çıkacaktır. Meyvesinden yiyeceksin ve onu tamamen unutacaksın artık sevgili dostum.
-         Sahi mi Ramirez, unutabilir miyim onu?
-         Hasret ağacının meyvesinden yediğinde anlayacaksın beni Sanchez.
-         Anlaşılan bu hasret beni öldürecek Ramirez.
-         Ölmeden kurtulamazsın sevgili dostum.

Yıllar ve yollar… Ne kadar benziyorlar. Her ikisi de yoruyor insanı. Her ikisine de bir şeyler bırakıyor insan. Bir şeylerden vazgeçmek, bir şeyleri unutabilmek ve kurtulabilmek…
Sanchez’in iliklerine kadar işleyen bu aşka ne yollar nede yıllar çaredir. Terk edildiği günden beri hayatın anlamını sorgulamaya başlamıştır. Kimse derdine derman olamaz. Kimse onun dilinden anlayamaz. Bunu öğrenen Ramirez yardımına koşmuştur biricik dostunun.

-         Hatırlıyorum da Ramirez ne çok severdi beni.
-         Biliyorum Sanchez.
-         Hüzün birikti gözlerimde Ramirez. Uzaklaş buradan boş bir havuzun içerisindeyim ağlarsam boğulursun.
-         Uzaklaşırsam sende boğulursun Sanchez seni kurtarmak için yanındayım.
-         Şiirden balıklarım var benim Ramirez. Duygularını sömürür her biri. Onlar yaşasın diye ağlıyorum Ramirez. Ben yaşayamam bu hüzün denizinde onlar yaşasın Ramirez.
-         Gidelim Sanchez yolumuz uzun sevgili dostum.
-         Gidelim Ramirez gidelim. Hatıralarım yeminiz olsun benim güzel balıklarım. Umarım hepinize yetecek kadar vardır…

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Sanchez ve Ramirez - 1

Sanchez şizofreni hastası bir kişiliktir. Hayali dostu Ramirez’le yaşadıklarını dile getireceğiz serilerimizde. Bir insanın yalnızlıktan, ihanetlerden, terk edilişlerden ve dünyanın bozuk düzeninden fazlasıyla nasibini alması sonucunda ruhani durumunun nasıl etkilendiğini göstereceğiz. Deli olmanın belki de çokta kötü bir şey olmadığını göreceğiz…
İnsanın yalnızlığına rağmen ruhunun derinliklerinde yatan sadık dostunu hayali bile olsa bulabilmesinin güzelliklerini göreceğiz…

-         İnsanlar neden mutlu böyle Ramirez? Neden mutlular Ramirez? Bir yerlerde bir sokak çocuğunun sefalet içinde yaşadığını bilmiyorlarmış gibi davranıyorlar. Düşün Ramirez, bir fabrika işçisi var ve ailesine bakmak zorunda. O yüzden aldığı üç kuruş maaşından dolayı patronuna “ yeter artık!” diyemiyor. Ve alçak patron bunun farkında biliyor musun Ramirez? Bu yüzden her türlü eziyeti ediyor o işçilere. Tekrar soruyorum Ramirez, insanlar neden mutlu? Tüm bunların farkında değiller mi? Söyle Ramirez söyle değerli dostum!
-         Sanchez! Unutma biz Hansel ve Gratel gibi kaybolmuş kardeşleriz. Yolumuzu kaybettik. Neden kaybettik bilmiyor musun? Artık yaşanılacak bir dünyada bulunmuyoruz Sanchez. O yüzden geçmişimizden gelen izleri takip ederek güzel bir dünya arıyoruz kendimize.
-         Neden benimle geliyorsun Ramirez? Git artık ben yalnızlık damlalarının koca bir deniz oluşturduğu yerde kulaç atıyorum.
-         Gidemem Sanchez. Ben senin aklındayım çünkü. Her aklına geldiğimde yanında olacağım o yüzden gidemem. Evim barkım sensin. Unutma Sanchez ben sende yaşıyorum. Gitsem bile yine sende olurum sevgili dostum.
-         Ne yapalım Ramirez. Bizde mutlu görünelim mi onlar gibi? Bana deli demelerinde sıkıldım. Belki onlar gibi davranırsak bizde normal oluruz ne dersin Ramirez?
-         Olamayız Sanchez. Çünkü o sokak çocuğu hala sokakta. O işçi hala işçi. O patron hala işkenceci. Kalbin dayanır mı Sanchez? Sessiz kalabilir misin?
-         Kalamam Ramirez.
-         Kalma Sanchez kalma sevgili dostum…

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Gülümsetir

O'na, sadece O'na...

ben çocuktum şeyhim ağlıyordu.
sokaklarımızda oynanabiliyordu giderayak,
bizler her akşam evlerimizde uyuyorduk.
ben çocuktum hayali bir şeyhim vardı.
geceleri bana kısa öyküler anlatıyordu.
ben gülüyordum ama şeyhim ağlıyordu.

bir yerlerde bilge kral diye biri...
evladıymış bize çok merhameti olan birinin.
merhamet nedir diye soramıyorum. 
çünkü merhametsizlik nedir bilmiyorum.
ben böyle sessizce dinliyorum.
şeyhim seslice ağlıyor, üzülüyorum.
üzülmeyi her nasılsa biliyorum.
şeyhler hüzünlendirmek içindir,diyor
ferahlıyorum.

ne zaman yıkıldıysa ömerin kapısı,
-kim ne için yıktıysa artık-
O'ndan beridir ağlıyorum, diyor şeyhim
bu bana inandırıcı gelmiyor aslında,
hayali bir şeyh kadar inandırıcı oluyor gece.
kelli felli adamlar çıkıyor isimleri hatırsız,
büyük yalanlar söylüyorlar,
inanmıyorum.
ben çocuğum ama inanmıyorum.
kandan bahseden cümleler hatırlıyorum.
biri adalet diyor, 
ömer ve ali ve O...

zülfikâr diye bir şeyden çok korkuyorlar.
zalim diye bir kelime öğretiyor bana şeyhim.
"adaletten başka verecek bir şeyimiz yok"muş onlara.
uykusuzluk şaşırttı sanıyorum şeyhimi,
ya benim küçüklüğümü unuttu,
ya kendi şeyhliğini...
O, diyor benden çok ağlamıştır şimdi.
gülümsetiyor bu itiraf beni.
O gülümsetir diyor şeyhim.
O gülümsetir...