19 Şubat 2012 Pazar

natürel yarim















kalbim uçan balon
aklım plastik top olur natürel yâri görünce
seviyorum hakim bey
iki yüz elli sene yatarım hapiste
tek suçlu ben olmalıyım bu gezegende
natürel yâri sevdimse
san marino’ya kaleci olayım
eğer yalan söyledimse!

gönül söz dinlemiyor, dimağ ile sözleşince
ronaldo ile messi'yi kim tutar ki birleşince?
ofsayt taktiği boş, yârin gözleri forvetse
sen best anlarsın george el at şu işe

yörüngesi kayar dünyanın
natürel yârim ekseni etrafında dönünce
"uzaklarda bir yerde türküler söyleniyor duyuyorum dönence..."
hep böyle olur ekinoksa girer dinleyince yörünge
meridyenler birbirine yaklaşıyor
yar yanıma gelince

saat farklarına aldırma sev(m)iyorsan söyle
istersen greenwich de buluşalım
saat istediğini istediğin geçe
bekliyorum ben
kutuplar eriyip, afrika semizleyinceye
ama iyi bak sen, kontrol et yine de
büyük ihtimalle temassızlık var kalbinde

17 Şubat 2012 Cuma

Bir Aşk Masalı

Bir aşk masalıydı bu ve bu aşk masalının her gün konuştukları çatıda bitecek olmasını aklının ucundan bile geçiremezdi. “Yediremiyorum kendime” diyordu. Çünkü bazen konuşmaları önce kimin kapatacağını tartışarak beş dakika uzardı, bazen “-seni seviyorum” “-ben daha çok seviyorum” lar on dakika uzatırdı konuşmayı. Bazen iki dakika sonra tekrar arayıp yarım saat daha devam etmeler… Özledimler… Gülüşmeler… Ve bunca şey bu çatıda gerçekleşirken bu aşk masalının da bu çatıda bitmesi…

Öğle vaktiydi, güneş suratını yakıyordu gün. Fakat Kemal içini yakan ayrılık acısının yansıması olduğunu düşünüyordu suratındaki sıcaklığın sebebini. Kemal güneşi göremiyordu çünkü. Görebildiği tek şey telefonun ekranıydı. İkinci defa kısmi körlük yaşıyordu Kemal. İlkini onu ilk gördüğünde gözlerine bakarken, ikincisini ise o an telefonuna bakarken yaşıyordu. Bir aşk masalının son demlerinin özetine bakarken yaşıyordu.

“Seninle uğraşamam artık.”
“Sende hiç yüz yok mu?”
“Biraz gururun olsun.”
“Ya bi rahat bırak diyorum sana.”
“Hayatta olmaz.”
“Salaksın çünkü.”
“Benim için bir ilişki tamamen bitti. Bırak da, izin ver de seninle geçirdiğim günlere küfredeyim. Sıkıldım sana küfretmekten.”
“Kısacası mı?”
“Defol git.”

Yanlış bile tanıyamamıştı onu. Tanıyamamıştı işte. Küfretmeye başladı sonra, onunla geçirdiği her saniyeye, fazladan konuştuğu her dakikaya, onu beklediği her saate, onsuz uyuduğu için hüzünlendiği her geceye, onsuz hiçbir şey yapmadığı hafta sonlarına, onlu aylara… Küfrediyordu kemal. Aklına gelen ilk kelimelerle küfrediyordu. Sonra yıllara küfredemediği için küfre devam ediyordu… Bu karışık duygularda savrulurken dili damağı kurumuştu. Yutkunamıyordu. Bi hevesi de yoktu aslında, ne kursağında kalmış olabilirdi ki?

Çok sinirliydi. O kadar sinirliydi ki kendine, az önce sevgilisinden ayrıldığı için intihar etme düşüncesi şimdi kendisine duyduğu nefretten dolayı sürekli kafasında dolaşıyordu. Az önce sevgilisinden ayrıldığı için ağlayan kemal, şimdi kim bilir neden ağlıyordu?

Ellerini çatıdaki korkuluklara koyup aşağı bakmaya başladı. Aşağı baktıkça hayatın hala devam ediyor olmasına küfretti. Ve aşağı bakmaya devam ederken gözlerinden süzülüp aşağı akan gözyaşlarını takip ediyordu.

Bir an için doğuya doğru sarsıldığını hissetti. Dünya durmuştu. Ya da çok yavaş hareket ediyordu. Kemal bu durmanın ve ya yavaşlamanın baktığı sokakla bi alakası olduğunu hissetti. Aşağıda apartmanın önünden geçen kızla bi alakası olduğunu… Ve o kızın gözleriyle bi alakası olduğunu hissetti… Ve birçok şey daha hissetti kemal. Fakat o sözlerin nasıl söyleneceğini nasıl dillendireceğini bilemedi. Sadece bakmaya devam etti.

Yukarı doğru bakıyordu kız. Gözyaşlarından biri suratına çarpmış olabilir ve “yağmur mu?” şaşkınlığıyla yukarı bakmış olabilirdi. Ya da evlerinin buralarda bir yerlerde olmasına binaen, annesinin balkondan ne söylemeye çalıştığına bakıyor da olabilirdi. Ya da güneşe bakıyordu. Güneşle konuşuyordu… “ Sen” diyordu “gereklisin… Dünyanın sana ihtiyacı var. Fakat dünyanın hala dönüyor olmasında benim de payım çok yüksek” diyordu.

Sonra batıya doğru sarsıldı dünya. Tam olarak elini saçına götürdüğü anda, tam olarak eliyle saçını geriye doğru atıp yürümeye başladığı anda dünya hareket etmeye başladı. Ne kadar zaman geçmişti? Normal miydi? Gözyaşları dinmişti. Yutkuna da biliyordu. Ve küfretmiyordu. Küfrettiğini bile unutmuştu. Sadece gözlerini görebildiği kişinin yüzünü görmek istedi. Ve aşağı baktığında sadece alnını gördüğünü fark etti.

“Acaba” dedi içinden. Çatının sonuna doğru koşmaya başladı. Dizinin hemen üstüne gelen korkulukların hemen yanından koşmaya başladı. Yirmi iki metrelik çatının sonuna yaklaştığında yeterince koştuğunu düşünüp aşağı bakmak için hızlı bi şekilde dizinin hemen üstüne gelen korkuluklara elini koyup aşağı bakmak istedi. Fakat sadece isteyebildi. Çünkü sağ eli korkuluğu tutturamamıştı. Ve aşağı doğru gitmeye başlamıştı. Sonra sol eli takip etti sağ elini, sonra gövdesi, bacakları, ayakları…

Dizinin hemen üstüne gelen korkuluk onu korumadı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. En önde giden sağ eli çatının etrafını saran su gider borusuna takılsa da ağırlığını taşıyamadı. Ve çatıdan tamamıyla ayrıldıktan sonra aşağı doğru düşmeye başladı. Sekiz kat… Düşünceler için yılları alabilir içine…

Öncelikle dokuz ay boyunca dokuz doğurtan sevgilim dediği kişi yüzünden intihar etmediği için, sonrasında kendisine duyduğu nefretten dolayı intihar etmediği için sevinmişti. Hatta kendisini öyle bir şeye inandırmıştı ki yüzünde gülücükler açmıştı. Adrenalinle beraber sevinç güzel bir duygu karışımı olmuştu. Ve gülmeye devam ediyordu. Havayı yararak aşağı doğru savrulurken elleri ve ayakları istemsiz bi şekilde daha bi havaya savruluyordu.

Sonra yüzünü hayal etmeye çalıştı. Kafasında yüzünü çizdikten sonra hayatlarını da çizdi. Çocuklarını, yaşayışlarını, kavgalarını, çocuklarının evliliklerini, torunlarını… Yere sert bir şekilde çakılmadan önce son düşündüğü şey gözlerinin rengini düşünemediği oldu. Yeşil miydi?

Yere çarptığı anda hiçbir şey hissetmedi. Bilinci yerindeydi. Gözlerini açabildi sadece. Başka hiçbir şey yapamadı. Ve etrafında kalkan toz bulutlarını seyretti.

Betül ise on metre önüne düşen et yığınının kendisinin yüzünü görmek için aşağı atladığını düşünen kemal olduğunu bilemezdi. Kemal yere ilk çakıldığında çıkan sesten irkilmesiyle beraber avazı çıktığı kadar bağırdı Betül. Fakat kendisini toparlaması uzun sürmedi. Tıpta okuyor olmasının ağırlığını üzerinde hissediyordu. Yardım etmeliydi. İlkyardım etmeliydi. Kemale doğru koştu. Nabzını ölçmek için elini tuttu. Kemal ise onun için atladığımı biliyor bana koştu ve elimi tuttu diye düşündü. Betül “kendini yorma.” dedi, Kemal “seviyorum sorma” anladı.

Kemal hiçbir yerini oynatamıyordu. Konuşmak için kendisini olabildiğince zorluyordu. Dudağını büzmesinden, “m” harfini çıkarmaya çalıştığı belliydi. Betül 112’yi arayıp kemale dönünce kemalin dili çözüldü. “Merdivenlerden” dedi. Ve hemen ardından kanlı bir öksürük geldi derinlerden. Kemalin susmaya niyeti yoktu. Devam etti. Kanlı bir ağızdan çıkabilecek en güzel kelimeleri söyledi. “gözlerinin rengini görmek için yetişemezdim.” Betül dinlemişti. Ve her sözcüğü ilk anlamlarıyla anladı. Merdiveni merdiven olarak… Gözlerinin rengini gözlerinin rengi olarak…

Betül o gün evine döndüğünde biraz geç olmuştu. İlk hastasına karşı hissettiği tarifi olmayan duygularla girdi eve.

Ameliyathanenin önünde beklediği her saniye yıl gelmişti Betül’e. Ve o anlar hiç aklından çıkmayacaktı. İlki kanlı bir ağızdan çıkan harika sözler… İkincisi ameliyathane yazan kapıdan çıkan doktorun temiz ağzından çıkan acı sözler… Tek kelime “maalesef”

Betül yatağına uzandı. Ve yeşil gözlerini kapattı. Ama renksiz gözyaşları çıkacak bir yer bulup akmaya devam ediyordu. Duygularımız gibi. Ota da konan boka da konan, kalbimizin en ücra köşesinde dahi olsa saklanamayan duygularımız gibi. Susmak için elimizden geleni yapsak da...

Kemal Serdar ÇUHADAR

9 Şubat 2012 Perşembe

Kaset mi? Mp3 mü?


1.Bölüm
Teknoloji tüm zevklerimizi tüketmeye doğru giderken müzik zevkimizde bundan fazlasıyla etkilendi.Bizim ve bizden bir kuşak büyüklerimizin gençliğine damgasını vuran en önemli faktörlerden birisi de hiç tartışmasız ‘kaset ve teyp’kavramıdır. Hızla gelişen çok çeşitli müzik ürünlerinin hiç birisi kasetlerden dinlediğimiz müziğin zevkini bize veremedi.Köyden Şehirlere çalışmaya veya askere gitmiş olan büyüklerimiz gelirken mutlaka teyp getirmekle mükellefti.Orta yaş üzeri olan büyüklerimiz genellikle tek kasetli küçük teypler kullanırdı…Daha sonraları eli ekmek tutmaya başlayan her ağabeyimiz eski teyplerin en az 2 -3 katı büyüklüğünde ve en belirgin özelliği fazlaca büyük olması olan ,ağırlıklı olarak sunny, ve yu-ma-tu markasına sahip teyplerden getirmeye başladılar.İlk bakışta bir Japon markası zannedilen yu-ma-tu markasının Yusuf,Mahmut ve tuncer adındaki 3 kardeşin kurmuş olduğu bir marka olduğunu bilen ve bu bilgiyi de arkadaşlarıyla paylaşan genç; kültürlü olmanın verdiği gururla kasılırdı.Bu teypler odanın köşesie monte edilen tahtanın üstüne veya pencerenin kenarına koyulur üstüne de üçgen biçimine dantel örtü örtülürdü .En çok dinlenilen kasetler de teypin önüne konulurdu…Tuşların en solundaki tuşa basıldığı zaman kasetin direk öbür yüzü çalmaya başlardı ,bu tuş basılı durduğu zaman ise kaset atmadan öbür yüzünü çalmaya başlardı. Bu özellik; yatakta müzik dinleyerek uykuya dalanların zahmetini ortadan kaldırmıştı…Teyplerin iki yanında takılıp çıkarılan ve uzayabilen hoparlörler vardı, hiç gerek olmadığı halde sırf özelliklerini kullanmak adına takar çıkarırdık.Hatta bazı arkadaşlar bu özelliği iyice abartmıştı.Şabboyun Hüseyin hoparlörleri uzatıp evin köşelerine monte etmişti…mahallede ki kızlara caka satmak isteyen delikanlılar pencereyi açtıktan sonra sesini de yükseltir ve popüler olan şarkının birisini açardı.
Kaset kavramı ise teyp den daha çok etkisini bırakmıştır bizde...Eminin çoğu kişinin kasetlerle alakalı bir çok anısı vardır...Bazen müzik dinlerken teyp den kedi boğuşması gibi bir ses yükselince hemen kasetin sardığını anlar ve evin bütün ahalisi ayaklanarak ‘şu kaset sarıyor bakın’der ve paniğe kapılırdı.Hemen teybi açar ve kıvrım kıvrım olmuş kasetin şeridini işaret parmağımızla döndürerek sarardık.Bazende güneşte kalmış olan kasetler çalarken git gide ses kalınlaşır ve son haddini bulduktan sonra dururdu.bozuk kaset sesini çıkaramayacak hiçbir genç yoktur…ileri ve geri sarma tuşu bozuk olan teyp sahipleri eline aldığı kalemi kasetin bir deliğine yerleştirir ve başlardı tak tak diye döndürmeye.
Dinlemekten bıktığım ve sonra dinlerim diye kenara ayırdığım kasetlerin içindeki mekanik şeridi boşaltılmış bir vaziyette sokakta atılmış bir vaziyette bulunca hemen durumu anlardım.Annem kaynattığı bulgurun kuruması için dama serer fakat kuşlar bulguru bir türlü rahat bırakmaz, bulgurun başına üşüşüp yerlerdi.annemde bu kuşlara önlem olarak bulgurun etrafına değnekler diker ,çıkardığı kasetin şeritlerini de değneklere dolardı .Rüzgar esip de kasetin şeritlerine değdikçe şeritlerden yüksek bir rüzgar uğultu sesi çıkar, kuşlarda bu sesten korkup kaçarlardı. Daha doğrusu hiç kaçmazlardı sadece annem öyle zannederdi.Çünkü belli bir süre sonra kuşlar o sese iyice alışmış hatta o ses eşliğinde bulguru yemeyi ayrı bir fantezi haline getirmişti.
2.bölüm: (ses alma, karışık kaset ve korsan kaset…)

7 Şubat 2012 Salı

yar'a açık













damlaya damlaya göl oldu acılarım
hiç üşenmem, mutlulukları tez zamanda acılarım
istemem solmasın(ı), mütemadiyen sularım
çok tatlıydı ağladıkça tuzlandı sularım
daha fazla dayanamadı, göle bıraktığım
tatlı su balıklarım
unutmadan, nerde tuzlu su görsem balıklarım

deli gibiyim, kafamı çok vurdum sanırım
gözlerinden oldu hep ince hastalıklarım
derdi dermanı bir açtığın yaralarım
ben hiç anlatmadım, sen sormadın
kapansın istemem yaralarım

4 Şubat 2012 Cumartesi

dört şey..

hikmet sahipleri demişler ki:

"dört şey güzeldir, fakat dört şey ondan daha güzeldir.

1- erkeklerin utanması güzeldir. 
fakat kadınların utanması ondan daha güzeldir. 

2- herkesin adil olması güzeldir. 
fakat emir sahiplerinin adil olması daha güzeldir. 

3. ihtiyarın tevbesi güzeldir. 
fakat gencin tevbesi daha güzeldir. 

4. zenginin cömertliği güzeldir. 
fakat fakirin cömertliği daha güzeldir. 

dört şey kötüdür. fakat dört şey ondan daha kötüdür." 

1. gencin günah işlemesi kötüdür. 
fakat yaşlının günah işlemesi daha kötüdür. 

2. cahilin dünya işlerine dalması kötüdür. 
fakat alimin dünya işlerine dalması daha kötüdür. 

3. insanların ibadette gevşeklik yapması kötüdür. 
fakat hoca ve talebelerin ibadette gevşeklik yapması daha kötüdür. 

4. zenginlerin kibri kötüdür. 
fakat fakirin kibri daha kötüdür.