16 Aralık 2012 Pazar

keşke...


uyusam bir uyansam 3 yaşımda olsam annem babamla evli olsa evimiz pazarbaşında olsa gülderen teyze komşumuz olsa öğlenleri çaya çağırsa dayımlar üst sokakta otursa babam bize bisiklet alamasa annemden habersiz halamlara gitsem dönünce dayak yesem abim bana tavşanlı makas alsa kavga edince geri alsa ekmek almaya gidip tipitip alsam anneme evde buldum desem annem yutmasa çorapsız geziyorum diye babama gammazlansam ablam kevser suresini ezberletse babam elifbayı öğretse o yazlık eve tatile gitsek büşra orada emeklese buruş yumuk yüzünün fotoğrafını çeksek bilal çişini kaçırsa sokaktan küfür öğrensem abim annemden korusa babam eve iş getirse yetiştirmeye çalışsak komşular yardıma gelse agah abi özalın resmini çizse biz kütüphanesini karıştırsak abimle rekorlar kitabını indirip en uzun bıyıklı adamı bulsak halam çay tabağından çay içirse melek ablam saçlarımı tarasa beni parka götürse yaşar abim abimi ağlatsa eniştem söylenip dursa teyzem mavi trene binip konyadan gelse valizinden hediyeler çıksa üsküdara yürüsek kanaatten dondurma yesek kız kulesinin karşısında çekirdek çitlesek üsküdar saçma karman olmasa çarşı cıvıl cıvıl olsa ibrahim amca ölmese ismaille selman kanka olmasa beni de aralarına alsalar çift kale maç yapsak abim beni taraftar yapmasa bir kere de kaleci olsam dedemin saçları gri olsa beni okula bıraksa kestirmeden gitsek ben ona yetişmek için koşsam abim tenefüste bahçeye çıkarsa 4. sınıflarla yakalamaç oynasam yere düşmesem çenem yarılmasa 4 dikiş atmasalar okul dönüşü tülay benimle yürüse doğum günüme gelseler bir kere doğum günü yapsak babamdan atari istemesem babam atari almasa babam hiç kızmasa annem üzülmese ablam ağlamasa bir süt abim olmasa salih adını duymasam 14 yaşım gelmese doğuştan çirkin olsam babam anneme dönse kimseye yoldaş olmasam b alfabeden silinse adım meryem olmasa meryemleşmesem meryemce işler gelmese başıma meryem orucu tutmasam iftira olmasa iftiranın kökü kurusa iftira suya düşüp boğulsa meryem olmayı bilmeyen sussa.


2 Aralık 2012 Pazar

huzur...

Bütün dünyayı görüyorum ben buradan..
Kocaman ışıltılı tepeler,
Ve aralarından geçen gemiler...
Ezan sesi geliyor her taraftan...
Ruhum dinleniyor diyeceğim ama,
Düşünüyorum da hiç de öyle değil..
Yağmur da yağıyor bir yandan,
Her damla yalnız göğün içinde,
Sonradan birleşiyor,
Toprağa can oluyorlar...
Gece, ne kadar siyah...

30 Kasım 2012 Cuma

sesin tersi















ben bugün bir ses duydum.
bir kulağımdan girip,
diğerinden çıkmayan.

bir ses duydum
kelimeleri baştan okutup,
kalemi tekrar yazdıran.

ses duydum.
duymadığım her gün için
sağ kulağımı çınlatan.


-bir ses-
kilometrelerce uzaktan
gönlüme kayıt yaptıran.

-ses-
tersten okunduğunda ve
yazıldığında aynı kalan.


duydum,
bugün ve bundan sonraki hayatımda,
unutulması mümkün olmayan.





15 Kasım 2012 Perşembe

YENİ YILIN KUTLU OLSUN GAZZE!

 
Bir yıl başı gelir noelsiz, babasız, ışıltısız, partisiz, alkolsüz bir yılbaşı... mütevazidir bizim yılbaşımız gösterişi yoktur müslüman ülkelerde sessiz sedasız gelir, geçer Hicri'dir. Kameri'dir.


Hicretin mütevaziliğini, sıkıntısını taşır üstünde. Hicret kadar zor günler yaşanıyor yine...  ve birileri kutluyor bunu  Mekkeli müşriklerden daha zalimce.

Gökyüzünde gösteri var.Büyük gösteri... Havai fişek değil bunlar, savaş uçaklarının bomba gösterisi yeryüzünü ışıl ışıl aydınlatırken, beraberinde yakıp kavuran... evleri, insanları ve yürekleri...

Dünya öyle sessiz ki bu gece sadece bomba sesleri duyulamakta.Sen olmasaydın olmazdık diye onkasımlarda sosyal medyada kıyamet koparanlar suskun, Elimize bayrakları alıp Fatih Camii avlusunda toplanıp 2 slogan atıp eve gidip yorganını çekip, sıcak yatağına girip uyurken Gazze üstünde ateş yorganlarıyla yanıp kavrulmada. Filistin sen kar toprağı, yoğur gazabını Yaradan'ın...

Haberler'de manşet '!srail Gazze'yi vurdu.' 'Diyanet İşleri Baaşkanı hicri yılımızı kutladı!... Muharrem içinde bir Kerbela daha mı görmeli bu ümmet, bir vahşet bir yıkım daha. Biz ise seyirci.Ahmet el-Caberi gibi Furkan gibi olamadıktan sonra nerde bizim cihad ruhumuz?


Dünya'nın çıtı çıkmamakta. Bir-leşmiş milletler kulağına pamuk tıkamış. Selman Esmerer bizim de hislerimize tercüman olarak 'Hayvanların haklarını bile koruyorsunuz, neden Filistin konusunda ses çıkarmıyorsunuz? Filistinliler Müslüman diye mi seyrediyorsunuz?'' diye sesleniyor  duyurmak çabasıyla.
 
'Zalimler için yaşasın cehennem' sözleriyle içimizi rahatlatırken oturduğumuz yerden; kaçarken müslüman kardeşine karşı sorumluluğumuzdan bir gün ister istemez karşısında olacağız kaçtıklarımızın. Dua et! o gün mahşer olmasın. Tüm Mazlum müslüman kardeşlerimizle birlikte aminlerde buluşmak dileğiyle bir duada...
                                                           ***


1 Muharrem 1434'e Gül kokulu bir sesleniş:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Allah(C.C) Efendimiz Muhammed (SAV) aline ve ashabına salatü selam eylesin! Sen ebedisin, Kadimsin, Evvelsin.Fazlu ihsanın çok yücedir. Herşeyi kaplayan ve herşeyin sığınağı olan, cömertliğin çok yücedir. Yeni yıl gelmiş bulunuyor. Bu sene içinde bizi şeytandan. Onun dostlarından ve ordularından korumanı istiyoruz.....(Dualar veZikirler  s.107Mahmut Sami Ramazanoğlu-Erkam Yay.)

 

 

Duygu Durum Bozuklukları


Hiçbir şey olmadığını hissettiğin zamanlarda hiçbir şey yapmak istememek ve hayatının hiçlerle dolu olması nasıl da komik bir şey... Her şey herhangi bir şeyse senin hiçbir şey olamaman nasıl bir paradoks? Yine böyle saçma şeyler düşündürten bu duygu bozukluğunun farkında olsa da insan yine de böyle saçma şeyler düşünmeye devam ediyor ya hani o da ayrı bir paradoks. Hayatın paradoks ve şeylerle dolu olduğu bir an ya da anlar sıkça nasıl yaşanabilir? Sürekli birbirine çıkan şeyler değil mi bu şeyler? Bu şeyleri yaşadıkça duygu bozuklukları, duygu bozuklukları oldukça bu şeyler...
 Kurtulmak isteyenler var hep bu şeylerden bir de kabullenenler. Acaba hangisi daha salak, hangisi daha cesur, hangisi daha akıllı... Düşünüyor insan en başta neden düşülür bu paradoksun içine? Çıkar yolları var elbet bilindik günümüz güncel psikolojisinde sanata yönelmek, hobilerle uğraşmak, yoksa eğer hobi bulmak kişiliğine uygun şekilde... Kabullenmek bir çözüm mü diye düşündüğün zaman yine insanın karakterine uyan bir durumsa mesela gizemi ve acı çekmeyi seven, bu duygularla bu durumlarla yaşayabilen insanlar için evet bir çözüm.
 Normal diye tabir edilen durumlar incelendiğinde sadece yaşamak için çalışmak, iş yapmak olduğu görülür bana göre. Hayatta amaçlar vardır ve bu amaçlar hep zordur, ulaşılması güçtür. Tüm bunlara erişebilmek için önce hayatta kalmak lazımdır. Bunun için para ve sonuç olarak iş... Normal durumları böyle değerlendiriyorsak yani hayatın büyük bir bölümü amaca ulaşmak için hayatta kalabilme çabalarıyla geçiyorsa bu zaten kabullenmesi zor olan bir durum değil midir? Yaşamak, sadece yaşayabilmek her insanın doğal, anayasal, tanrısal ve birçok yönden sadece "hakkı" değil midir? Bu noktada isyana sürüklendiğinde insan döneriz yine o şeylere... Yine paradoksa… Bu normalite içerisinde uyur insan, dünyanın büyük bir kısmının yaptığı gibi ki aslında kafayı yememenin de bir yoludur bu, en başta gözlerini ve kulaklarını, iyice incelendiğinde de beynini kapatmıştır. Görmez, duymaz ve en sonunda hissetmemeye başlar...
 Acı, güzellik, yemek yeme zevki, hayatının paylaşıldığı eş... Bu kavramlar hayatta kalma süreci içerisindeki insanın doğal kavramlarıdır, eksikliğinde sadece şaşkınlık hissederler. Anlam veremezler. Ama dışarıdan bakıldığında fazla derinlerine inilmeden mutludur onlar... Mutlu bir aileleri, güzel akşam yemekleri, derslerinde başarılı çocukları vardır... Güzel görünürler.
 Paradoksa düşen insanlarla, normal diye tabir ettiğimiz insanlar karşılaştırıldığında iki tarafın da aslında normal olmadığını düşünür birçoğumuzda. Oysa insan dünyadaki diğer canlı varlıklardan bir yönü ile ayrılır o da düşünebilmesidir. İki ayrı paragrafta iki farklı canlı anlatıldı dolayısı ile düşünen insan, düşünmeyen insan.
 Şimdi tekrar inceleyelim; yaşamın doğal hakkı olduğunu savunan ve bunun farkında olan, bunun için savaşmanın gereksiz olduğunu, çalışmanın gereksiz olduğunu düşünen, düşünebilen insanlar paradoksta, düşünmeyenler ise uykuda... Seçim sizindir... Tüm bunların çözümü de yazıda da hiç geçmediği gibi hayata geliş amacıdır. Bunu bulan, bunu çözen insan, aklının da yardımıyla güzel uykusuna olması gerektiği yerden devam edecektir. Her insanın biraz uykuya ihtiyacı vardır, uyumalıdır da. Ama uyunması gereken süreç ve görülecek rüyalar insanın elindedir.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Vahamet Çökünce



 bu şiirde kayboluyor hissim
 sırtıma yük yapan korkularımı almışım
 gözlerim yaşla dolu
 yürüyorum
 zorla bu yolu
 ne korkusu!
 geçmiyor ki, ürküyorum
 korkum çok, arttı
 huzuru arıyorum
 rüyalarım sürüyor
 ona yoruyorum
 gel diyor bir kez
 ben susuyorum.

-Sena-

Nazire yapan dostlarım hep var olsun diye de dua ettim kendime.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Zulmet Çökünce



bu şehirde kayboluyor ismim
sırtıma tüm savaş çocuklarını almışım
ceplerim taşla dolu
yürüyorum
sonra bu koku
kan kokusu
geçmiyor ki, üşüyorum
dengem yok artık
ışığı arıyorum
adımlarım büyüyor
sana koşuyorum
seni diyor herkes
ben susuyorum

8 Kasım 2012 Perşembe

'Kün'

2  ahiret yolcusu; biri seksensekiz diğeri seksenbeş yaşında,  uzun zamandır devam eden bir yoldaşlık,  arada bir sıla-i rahimle giderilen özlemler...  Aynı köyde yaşamalarına rağmen  yaşlarının getirdiği imkansızlıklar nedeniyle,  bayramdan bayrama birbiriyle görüşmek zorunda kalan, dünyanın tüm çilelerini çekmiş biri sekiz diğeri altı çocuk  annesi iki kadın. Artık ayrılma vakti, biri sağlık problemleri sebebiyle terketmekte köyü.  Bir veda sahnesi yürekleri parçalayan:  ölürsek bir daha görüşemeyiz diye titrek ellerini öylece bir  sıkış, öylece bir sarılma. 'Ölüm gelir de  bir daha görüşemezsek bu dünyada' düşüncesini iliklerinde hissetmenin ne demek olduğunu bilen iki kadın... Ölmeyi bu kadar yakınında hisseden, oturup  hergün  Azrail'i odalarında bekleyen iki kadın...
                                                        ***************************

Hak Teala Azrail'e:
- Ey üstün melek! diye buyurdu. "Sen bu kederli dertli insanlardan canını alırken en çok kime acırsın?"
Azrail:
"Canlarını aldığım insanların hepsine acırım! Fakat Allah'ın emrini ihlal etmekten çok korkarım! Hatta canını almak istediğim gence o kadar acırım da; keşke Allah, onun yerine beni kurban etseydi!" dediğim bile olur.
Bir gün bir gemi coşup köpüren, kuduran dalgalar arasında bocalarken emir aldım, gemiyi paramparça ettim. Allah'ım  O gün Sen bana :
"Gemidekilerin hepsinin canlarını al!" diye buyurdun. "Yalnız, yolcular arasında bulunan bir kadınla bir çocuğun canlarını alma; onları bırak!" dedin!
Her ikisi de bir tahta parçasının üzerinde aciz bir halde kalmışlardı. Azgın ve hırçın dalgalar, o tahtayı sürüp götürmede idi.
Derken:
"Anasının da canını al!" diye emrettin. 'KÜN:OL' emrine uy da, çocuğu yapayalnız bırak!" buyurdun.
Çocuğu anasından ayırdım; ama Allah'ım sen de bilirsin ki bu bana pek acı geldi!
Vazife gereği ben çok acı yasların feryatları,ahları içinde kalmışımdır. Fakat o çocuğun kalbimi yakışı hiç aklımdan çıkmadı...(Mesnevi c:6 beyt: 4797-4805)

Bir mürşidin sözleri çınladı kulaklarımda,
'Ölümler kelimesiz dersler.. duygulu, hassas insanlara  en etkili hatiplerden daha  mükemmel, ibret, hakikat ve  hikmet gösterirler.'
  Ve bir ayet  Sure-i Mülk'ten :
"O hanginizin daha güzel davranacağını denemek için  ölüm ve hayatı yaratmıştır." ve "Nerde olursanız olun ölüm size ulaşır!"... (en-Nisa 78)

23 Ekim 2012 Salı

İsmail Bedelinde Kurban


İsmail'in kurban edilişi, temsili
"Bu İbrahim’in dinidir; kana susamış tanrıların, mazoşistlerin ve işkencecilerin değil. insanın mükemmelliğe ulaşmasının, bencillikten ve hayvani arzularından kurtulmasının hikayesidir yaşanan. insanın daha ulvi bir makama ve aşka ve bilinçli bir insan olarak sorumluluklarını yerine getirmesine engel olacak her şeyden azade olduğu bir iradeye yükselişidir...

Hikaye, bir koçun kurban edilişiyle sona eriyor. Bu, Yüce Allah'ın tarihin en büyük insan trajedisinin sonuna ilişkin dileğidir - birkaç aç insanı doyurmak için bir koç kurban etmek.
Sen de İbrahim gibi kendi İsmail’ini getirmelisin Mina'ya. Senin İsmail’in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama İbrahim’in İsmail’i sevdiği kadar sevdiğin bir şey olmalı. Senin özgürlüğünden çalan, görevlerini yerine getirmeni engelleyen, seni eğlendiren, hakikati duymaktan ve bilmekten alıkoyan, sorumluluk kabul etmektense meşrulaştırıcı sebepler ürettiren ve seni sadece gelecekte senden gelecek yardım için destekleyen ne varsa; işte bunlar onun işaretlerindendir. Onu arayıp bulmalısın. Eğer Allah'a yaklaşmak istiyorsan, İsmail’i Mina'da kurban etmen gerek.

 
İsmail’in yerine geçecek koçu (fidye) sen tespit etme, bırak Allah sana yardım etsin ve bir hediye olarak göndersin. O, koçu ancak bu şekilde kurban olarak kabul eder. Koç ancak İsmail’in bedeli olduğunda kurbandır; yalnızca kurban olsun diye koç boğazlamak ise kasaplıktır."
Ali Şeriati / Hac, Baba Oğul Arasında Konuşma

8 Ekim 2012 Pazartesi

Misafir

"Bütün kadınlar ejderhadır, ejderhalar da kadın." (Ursula K. Le Guin/Tehanu)


Hoş geldiniz! 

Ne iyi ettiniz! Bir manim yoktu. Çok vardı. Lakin diyemedim.

Haber saldınız iyi ki. Pakladım pasaklarımı. Sakladım saçaklarımı.

Üç yumurtayı sütle çırptım, üç yufkayı bölüp attım, yağlı peynirle katıkladım. Yalandan su böreği yaptım.

Bir bardak un ölçtüm. Bir bardak şekere ekledim. Bir litre sütü boca ettim. Yalandan tavukgöğsü yaptım.

Salona koşturdum. Süpürgeyi kuşandım. Pencereleri dayadım. Perdeleri salladım. Tozlara savaş açtım. Uçanı yakaladım, kaçanı kovaladım.

Mavi elbisemi giydim. Gözlerimi sürmeledim. Saçlarımı tutturdum. Yüzüme sevinç kondurdum. Hepinize de yutturdum.

Masam yok, sehpada yersiniz. Vitrinim yok, kitaplığı süzersiniz. Televizyonum yok, beni izlersiniz. Havadisim yok, konuyu siz seçersiniz.

Papris Palas’a gidemedim, dedikodulardan habersizim. Nesst Cafe’de gezemedim, bu ara meteliksizim. Çatmagül’ü seyredemedim, dizilere dirençsizim. Bu arada, suçu neymiş? Bir türlü çözemedim.

Zuhal villaya taşınmış. Merve açılıp, saçılmış. Nadide cipini yenilemiş. İhsan Bey saç ektirmiş. Gül’ün kızı boşanıyormuş. Taci Bey kaşınıyormuş. Bu yaşta ne evliliğiymiş? Allah şaşırtıp, düşürmesinmiş.

Çayınızı tazeleyim mi? Açık doldurayım bari… Bir dilim daha almaz mısınız? Belki çenenizi kaparsınız. İki dakika mola versek? Ezan okunuyor, dinlesek? Anladım, susmayacaksınız. Rüyamda bile hortlayacaksınız.

Yalancı su böreği yaraştı midenize. Yalancı tavukgöğsü kâr etmedi dilinize. Dursun mu bu misafirlik, gözünüze, dizinize?

Güle güle insancıklar! Çok tefekkür ederim. Buyurmayayım işim var, azcık kafamı dinlerim.

Hadi hoş gidin, beş gidin. Yüz gidin, bin gidin. Beni öldü bilin. Hayattan soğuttunuz yemin ederim!


1 Ekim 2012 Pazartesi

Eksik Bi Şey


Söyleyecek çok sözüm var ama kuracak cümlelerim eksik.  İki  satır yanyana gelince dünyanın en eğreti anlamını ifade eder gibi bakıyorlar hislerimle alay edercesine.
‘Bizimle  bunu mu demek istiyorsun? hahaha hadi be ordan sen de! Sen kim yazmak kim?’
 -Susun lütfen kırmayın daha fazla gururumu,  çimlenen cümlelerimden oluşacak paragraflarımı küçümsemeyin . Susun işte!
Kelimelerimi beyin damarlarımdan akıtacak uygun neşter arıyorum ama çok da korkuyorum akacak olandan, içimin dışa sızmasından. Öyleyse neden bu istek?  Bile bile bıçak altına yatılır mı?  Bir türlü uygun kelimeler gelmiyor  ve hezeyanımı susturmak için uygun müziği arıyorum ki kulaklarımı tıkasın duymayayım alay edişlerini. 
Kırgınlığımı kızgınlığımı anlatmak istiyorum işte engel olmayın bana. Anlatmaya çalışıyorum  birilerine, yakınım dediklerime. Ama olmuyor işte istediğim cevaplar yok hiçbirinde, çözümler yok.  Çözüm, cevap aramak da niyeyse? Olmuşsa vardır hayır deyip susabilme olgunluğuna erişememenin  verdiği bir kıvrantı kalbimdeki ve kıvrıldıkça  suyunu boşaltan sünger gibi bir  hüzün akıtma seromonisi gözlerimden.
Sayıp sövesim geldikçe zahirdekilere,  kilit vurma isteği doğuyor dilime ‘Sus ve olana razı ol!’ yap hadi bunu,  kolaysa yapsana! Demesi kolay. Bütün küllendiğini zanettiğin sınanmalarının bir anda   oluşan hava akımıyla yeniden alev alıp kalbini  cayır cayır acıtması. Ey sınanma ateşleri serin ve selametli olun artık! Dayanamıyorum hepinize aynı anda! Hepiniz birden aritmik bir kalbe sebep oluyorsunuz, belki de arkasından iş çevrildiğini sezen bir kızın çatırdamış güven duygusuna, ya da  etrafınca anlaşılamayan, melankolik , soğuk yüzlü donuk bakışlı  ruh buzullaşmasına sebepsiniz. Benim  dünyamda buzullaşma her gün artıyor  balkanlardan hiç sıcak hava alamadım   Sibirya'nın etkisi  geçmek bilmedi işte!
 Elimden düşürmemeye çalıştığım hediyemle dilimden düşürmemeye çalıştığım virdlerimle dayanma çabalarım var işte benim de!  Küreklerimin boşa gitmesi  vesvesem de var bir yanda.  Hep gelgit hep gelgit. En sert şarkılarımı fırlatmak isterdim beni üzenlerin üstüne  Hiroşima  niyetine; ama yapamayacağım ben bunu  Amerika kadar gaddar olup sizi  masum Japon halkı addetmeye hiç niyetim yok O’na havalelerim var bu diyarda görülemeyecek hesaplarım var.
Benden size  bir avuç dua    ile  bir surenin  sıcaklığına bırakıyorum kendimi….
‘1 - Biz senin için (mutluluğun) göğsünü açmadık mı?
2 - Senden yükünü indirmedik mi?
3 - O senin sırtını ezen yükü.
4 - Senin şanını yüceltmedik mi?
5 - Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
6 - Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
7 - O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.
8 - Ancak Rabbine yönel’.

30 Eylül 2012 Pazar

Noter Onaylı Ruhlar...

Noter onaylı ruhlar arasında gezindim bu gün elim erdiğince. Karanlık bir odada, Türk Sanat Musikisi esiyordu, koyu kahve perdeler salınıyordu loş odanın yanaklarında. Yalnızca ben konuşuyordum, diğer her şey hal diliyle yetiniyordu halleşmeye. Ya bedenler kurumuş, ruhlar iskelete yapışmış vıcık vıcık bir hareketsizlik ya da sıradan yollara mudaane etmeyen kutsal ve pahalı ruhlar, bedenlerini geride bırakmış sessiz sakin sürdürüyorlar hayatlarını. 'Noter nasıl olunur diye düşünmeden edemedim bu gizemli odaya girince. Halihazırda benliğim koşarak yetişti anıma ve uçan dimağımın altına kıymetli bir iman halısı yerleştirdi; KADER. Meslek edinmek, meslek sahibi olmak, mesleği olmak veya meslek okumak... Bu bağlamı da hastalıklar sınıfına dahil ettim. Kişinin kanser olası DNA'sına çoktan işlenmiş ise meslekler de ruh gergefine işlenmiş kader ışıltıları olabilir en nihayetinde. Yani benim öğretmen olmam, kaşları ile iletişim kuran amcanın da noter olması hastalık bahsiyle aynı kapıya çıkmaz mı? Mirdad ( Hz. İsa'nın sahabisi) demez mi öküzün midesini deşmesini istemeyen kula öküz yanaşmaz. Kişi bunu neden ister peki?ünki özü için deşilmekten daha hayırlısı yoktur. Demem o ki; insan olarak en verimli halimiz anımızda sırlanmıştır. Kaşları ile iletişim kuran amca noter olmalı, ben de onay bekleyen öğretmen.'

Ümit

Gazze'ye...

Gökyüzü güzelmiş. Öyle diyorlar. Hangisi? Bizimki değildir herhalde.

Yüzünü yıkamıyor mu ne? İs pas içinde. Bulutları kuru kuru. Yağmak bilmez günler boyu. Bazen bir değişik yağıyor; ağaçlar, evler, insanlar karışıyor. Karanlık çöküyor.

Öksürüyorum. Temiz hava lazımmış ciğerlerime. Hava kirli. Başka bir yere bakmak lazım. Ama çıkmıyoruz dışarı. Saklambaç oynuyoruz şehirde. Kilitli bizim şehir. Anahtarı kayıpmış. Bulunana kadar idare edeceğiz artık.

Hep idare ederiz biz.

Elektriğimiz kesilir, suyumuz kesilir, sesimiz kesilir, nefesimiz kesilir. Ama ümidimiz kesilmez.

Neden kesilsin ki? Gökyüzü gülen şehirler varmış. İnsanları da gülermiş. Karınları tokmuş. İşleri çokmuş. Dertleri yokmuş.

Kulakları delikmiş onların. Sesimizi duyarlarmış. Kolları uzunmuş onların. Elimizi tutarlarmış. Kalpleri büyükmüş onların. Bizi de koyarlarmış.

Bekliyoruz onları. Annem, ben ve kardeşim. Babam çıkmıştı, gelmedi. Tam bir hafta gecikti. Annem bana bakıyor. Kardeşim ağlıyor, ona hiç bakmıyor. Kalk diyorum kalkmıyor. Günlerdir orada yatıyor. Üşüdü. Üstünü örtüyorum, ısınmıyor.

Yapacak bir şey yok. En iyisi bekleyeyim biraz daha. Biraz daha dua edeyim Allah'a. İnsanlar gelirler nasılsa.
Umarım, bir an önce gelirler…

Şubat, 2009

19 Eylül 2012 Çarşamba

mayat

hayat bazen çok sarıyor. aşırı yaşamak istiyor insan.
ama ölmemek değil.
zira ölmemekle yaşamak farklı şeyler azizem. ölmeyen insan yaşıyor değildir çoğu zaman.
film şeridine dönüşüveriyor ve replay başlıyor. saniyeler içinde gözden geçiriyorum eksik birşey var mı diye. sonra silkelenip yeni kareler çekiyorum. Senin karelerdeki yoğunluğun benim hayatımda, verimi %97'lere kadar varan tepkimelere yol açıyor.
Dünyanın geoiti Türkiye'den Kıbrıs'ı görmeye müsaade etmiyor derler. Hayatın settings'i bize düşmez de zaten. Ama sabret azizem az kaldı. Yakında kardeşini kayınçom olarak istemeye geleceğiz.

14 Eylül 2012 Cuma

Baylar, Bayanlar!


Merhaba hanımefendi!
Sizi rahatsız etmeye geldim. Hey durun lütfen… Kuşanmayın silahlarınızı. Biliyorum “orijinal” bir başlangıç olmadı. Ve yine biliyorum zaman, mekan ve bize öğretilenler gereği ortaya konan her çaba orijinal bir sonuçla nihayetlenmeli. Aksi, çabayı lüzumsuz kılar!
Mı?
Hayır efendim, reddediyorum. Orjinalliğe ulaşıp anlamı yitirmeyi reddediyorum.  Ve evet bayım, haklısınız! Okuduklarımı kusuyorum. Bunu kabul etmekten gocunmuyorum. Zira haddimi bilme gayreti içerisindeyim. Bunu siz yapmak niyetindeyseniz öncesinde bildirmek istedim. Şimdi indirin lütfen silahlarınızı.
Ve yine size dönüyoruz hanımefendi… Nasılsınız? Gözleriniz nasıl? Sözleriniz ve elleriniz nasıllar?  Güzel gözleriniz, güçlü sözleriniz ve bakımlı ellerinizle pek güzelsiniz. Ruhunuz hanımefendi? Asıl bunu sormalı, asıl bunu cevaplamalı. Ruhunuz nasıllar? Biraz zor duruyor ayakta sanki? Dizleri titriyor, beli bükülmüş. Ne çok yüklemişsiniz ruhunuza, taşıyamıyor baksanıza. Kim söyledi bunca yükü alın diye omuzlarınıza?
Bırakın birazını lütfen, size yardım etsinler.
İstemiyor musunuz?..
Yardıma müsaade etmeyişiniz de neden? Ruhunuzun her yanı nasır tutmuş, saçınız ve makyajınız gizleyemiyor kırılmışlığınızı, incinmişliğinizi…
Bunlar siz değil misiniz?               
Ah afedersiniz! Siz kırılmaz ve incinmezsiniz. Güçlüsünüz değil mi? Siz aciz ve muhtaç değilsiniz. Hatta bu kelimelerden öylesine tiksinirsiniz ki… Siz her şeyi yek başınıza halledebilirsiniz. Siz…
Siz hanımefendi. Sistemli bir eğitim sürecinden geçtiniz. Düşünüyormuşsunuz gibi hissettirip sizin yerinize düşündüler. Doğruyu tek başınıza bulduğunuza sizi inandırdılar. Utanma duygunuzu reklamlarla susturup bedeninizi modernizmin öğütücü kollarına emanet ederken kavradığınızı sandınız hanımefendi. Oysa kavranan sizdiniz, farkında bile değildiniz. Babaannenizin örtüsü, annenizin ev hanımı oluşu sizi rahatsız etti hatırlasanıza… Güzelliği bile onların kalıplarıyla öğrendiniz. Nasıl olmanız gerektiği öğretildi size. Siz kadındınız…
Sizinle ne alıp veremedikleri vardı hiç anlamadım… Sırf cinsiyetinizden ötürü diri diri gömülen sizdiniz vaktiyle, Yaradanın affettiği günahı affedemeyen şuursuzların bir günah gibi baktıkları ve –belki hala- kızdıkları da sizdiniz. Çok değil birkaç yüzyıl önce insan olup olmadığı tartışılan yine sizdiniz ve cadı ilan edilip ateşlere atılan da...
Hanımefendi! Siz ne çok çektiniz… Şimdilerde size özgürlük diye sundukları şey  daha da belinizi büküyor görmez misiniz? Sizi siz yapanı sizden alıyorlar farkında değil misiniz? Cenneti ayaklarınızın altına veren anneliğinizi elinizin tersiyle iterken hiç düşünmez misiniz? Ruhunuzu, güzelliğinizi alıp sizden, yerine verdikleri hırsı ve öfkeyi daha mı çok sevdiniz? Anneliğiniz ve kadına özgü naifliğiniz  olmadığında geriye kalan dişiliğinizle ne yapabilirsiniz? Galipsiniz kendinizce, emirler savururken, mağlupsunuz insanlar içinde yapayalnızken...
Bir durup düşünün hanımefendi, neler için nelerden vazgeçtiğinizi. Fakirliğinizin övüncünüz, acziyetinizin asıl gücünüz olduğunu hatırlayın. Hazırlıklı olun; zor olacak öğretilenleri unutmak.

8 Eylül 2012 Cumartesi

yol















yola düştüm
mecazla beraber
yolcu, yol alıp satan kişiye verilen addır
yol yolcuya rızk
ben sağından giderim     - y -
yolun ortasından             - o -     geçer.
solundan gelirim              - l -


6 Eylül 2012 Perşembe

Benim Hira Mağaram

Çekip gitmeler gelir  insana bazen. Bu dünyanın yüklerini bir an olsun  üstünden atmak ister, bırakıp  gitmek ister başka dünyalara. Bunalmıştır kendinden kaçmaktan, özünden  uzaklaşmaktan  bıkmıştır, özüne olan özlemini dindirmek ister  kısa bir süreliğine de olsa…
Herkesin  çekilmek istediği  bir inziva,  gitmek istediği bir Hira'sı vardır. Belki de en  umutsuz anında   hirana çekilme vaktidir.  Oraya gitmek   çok uzak gibi görünse de  aslında sol yanına inmekten ibarettir. Çok kısaymış  gibi görünen bu mesafeyi katetmektir en zoru da. O kadar trafik vardır ki yolda,  bütün köprüler  tek şerit akmaktadır. Ve  milim milim ilerler  gönül araban,  mağaraya arabayla gitmek de modern zamanların alışkanlığı işte!
Benim  Hira'mda benimle aynı derdi paylaşan yoldaşlarla karşılaştım, benim kadar bunalmış, benim kadar  nefes almaya ihtiyacı olan…  Gönül arabaları bir yerde stop etmiş daha fazla dayanamayıp pes etmemek için direnen gönüllerin birlikteliğiyle yakınlaşan dostlar... Hem birlikteydik hem de yalnızdık ‘Rabb’imizleydik’ ‘ Başbaşaydık’.  Bizim adımlarla ilerlememize Rabbimiz koşarak karşılık veriyordu, Hadis-i Kudsi ‘yi doğrudan yaşatırcasına.  Hira Mağaramızın kapısından girdiğimiz andan itibaren O’nunla başbaşa olmanın tadını hissettik. En başlarda zorlanır gibi oldu nefs, benlik. Ne de olsa kolay değildi bir anda bütün dünyalıklar elbisesinden sıyrılmak.  Orada bir süre kalıp zaman geçirmek gerekir, yemekten uykudan bile   bedeni kurtarmak,  özgür bırakmak gerekir. Oruçla ve namaz zincirleriyle içimizdeki şeytanları  bağladıktan sonra ,  benliğimizin  yırtıklarını kapatmak için çabaladık durduk.  
Her  yırtık,  ilahî bir iğne ve iplikle dikilmeye başlayınca; ruhlarımız da tamir olmanın  dinginliğini yaşıyordu.  mütevazi bir mağara özelliğindeydi mekanımız ve daha fazlasını  da aratmıyordu.  Orda bulduk kalbimizin gitmek istediği yolu. ‘Tarîk’ deniyor sözlükte  ama biz boş vermiştik çoktan  öğrendiğimiz bütün bilimsel terimleri. İçimizde  ne  üniversite kalmıştı, ne vize, ne final, ne latince… bütün  toplumsal kimliklerimizi bırakıp o ‘tarîk’ üzre devam etme düşünceleriyle dolmuştuk.Dolduk ve taştık en sonunda.  Göz yağmurlarına döndü kalp denizimizden buharlaşan  duygu yoğunluklarımız. Ve bir Yol Gösterici'ye bıraktık kendimizi.  Onun izinden gitmeye, ona tabi olmaya karar verdik. ‘Kardeşlikle’. Biz vardık, Yol Göstericimiz vardı ve Rabbimiz şahitti  heyecanımıza, yolcu olma isteğimizin samimiliğine ve o ana.Yol Gösterici'yle  ilk bakışımıza içimize sığmayan coşkumuza ve kalp çarpıntımıza… ve yolculuk başladı; sonu olmayan yolculuk… Süluk’a bir seyür.
Artık mağaradan çıkma vakti. Her inzivanın bir sonu elbet vardı. İnziva insanda birşeyleri değiştirip
başkalaştırdı. Sırada dünyaya yayılıp kendi dönüşümümüze çevremizdekileri de  eklemek vardı.  Adeta ‘En Sevgili’ye’ benzeme isteğini kendi Hiramızda da  hissetmenin verdiği mutluluğu  yaşarken  bir yandan da  gönülbağı kurulan kardeşlerden  ve Kevser’imizden ayrılacak olmanın  hüznü,  yine gözyaşı olup akarken dünyaya, bana kalan  valizime kitaplarımı ve yüreğimdekileri doldurup  ‘dünya yolcusu kalmasın’ diyen 15B’ye yürümek oldu…

                                              

23 Ağustos 2012 Perşembe

Güneşe mahcup

Belki artık sadece zarif minarenin şerefelerindeki yeşil lambalardır yolumuzu aydınlatan.
Belki yüzyıl uzunca bir süredir.
Belki marsta su olmaması dünyada yaşam olduğunu tasdik ediyordur.
Bi bakarsın üçgen 3. boyuta geçemeyecek kadar acizdir.
Karpuzun çekirdeklerini kırmadan yutmamız caiz midir?
Trafik azaldı diye yıldızlar da azalmak zorunda mı?
Sanırım ay turuncu olduğunda portakal mevsimi gelmiştir.
Herhalde tabelalar ısrarla bizlere birşeyler anlatmaya çalışıyor.
Belki de bayat yumurtalar ertesi gün tazeleriyle karıştırılıyordur.
Bazen dostumu görünce, dostumu gördüğümü sanırım.
Sıfatların kalıplaşması, yeni sıfatların üretiminde gevşeklik doğurur mu?
Rüzgarla yaprakların fısıldaşmasına şahit oluyorum.
Geceleri psikolojikman açık hava basıncımız değer mi kazanıyor?
Mor rengin neresi güzel olabilir allasen?
Yıllardır winziple kendimizi aldattığımız yetmemiş gibi dünyaya güzel bir lokanta da açamadık müsait zamanda.
İnsanın herhangi bir varlığa gerçekten malik olması mümkün mü hiç?
Mıntıka temizliğinin yeryüzünü daha iyi bir yer haline getirdiği görülmüş şey mi?
Yerkürede yaklaşık 14 milyar insan ayağı olması dehşet verici değil mi?
Fuzuli sorgular ütü yapma becerimizi geliştirir mi?

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Mihmandar

Eski bir dosttan elde kalan birkaç satır, mihmandar eşliğinde dolaşılan yollar ve bu dostluğa şahit olan kent. O günün ardından tarihin karanlığına gömülecek bir sayfayı   biraz loş ışık altında tutma çabasıyla  paylaşma gereği duyulan yoldaşlıktan arda kalan cümleler...
                                                          'Mihmandar'
'Susuzluğunu dindirmenin tek çaresi abdest olan, açlığınsa manevi ziyafet yüzünden aklına bile gelmediği, en az benim kadar İstanbul’ a âşık bir mihmandar eşliğinde yapılmış eşsiz bir yolculuktu.
Sabah erken kalkmış, dünden sözleştiği gibi oruç olduğu için kahvaltı yapmadan evden çıkmıştı. Sevgili sanki daha ilk andan bugüne özel bir ihtimamla hazırlanmış olduğunu hissettiriyordu. Kapının önüne çıktığı gibi hafif bir esinti ile karşılamıştı. Severdi sevgili kendisine zaman ayıranı, ona daha ilk dakikalarda hissettirirdi memnuniyetini.
Otobüsle gidilecekti buluşma noktasına. Az kullansa da severdi otobüs yolculuklarını, İnsanları seyrederdi. Hüznü arardı insanların suratında ve bulmak çok zor olmazdı. Sevgili en çok hüznü armağan ederdi. Yalnızca kendisini tanıyanlar, tanımaya çalışanlar memnun olurlardı armağanlarından.
Otobüs buluşma noktasına doğru hareket ederken, kendisini bir mihmandara teslim etmiş olmanın eminliği vardı içinde. Mihmandarla selamlaşalı uzun zaman olmuştu ama merhabalaşalı çok zaman olmamıştı. Kısa zamanda etkilemiş hatta Sevgilinin ondaki tasvirlerini merak etmiş. Bunu keşfetmek istemişti. Bu yolculuğun vesilesi de bu olmuştu zaten.
Buluşma noktası; Sevgilinin mührü. Sevgilinin ezelde kazanmış olduğu güzelliğin delili. “En Sevgili” nin nazarının değdiği yeri.
Buluşma noktasının seçimi, mihmandara ilişkin kalbinde oluşan fikirlerin onu yanıltmayacağını gösteriyordu. Otobüs buluşma noktasına yaklaştığında “ ben evden çıkıyorum, uyuya kalmadın dimi” diye bir mesaj atmıştı mihmandar. Cevap olarak mihmandarı utandıracak bir şeyler yazmıştı.
Yanında çantası, elinde tesbihi ile varmıştı Sevgilinin “En Sevgili”nin nazarının değdiği yerine. Huzur da mihmandarı beklerken çok uzak olamayan bir zamanda elini alıştırdığı dilini alıştırmaya çalıştığı tesbih(zikir) çekmekle meşgul oluyordu. Normalde halleşirdi sevgilin tanıdığı her şeyi ile… Çok severdi tanıştıkça hallenmeyi, halleşmeyi. Bekledi bu sefer mihmandarı. Çünkü Mihmandar'daki Sevgiliyi tanıyacaktı.
Mihmandar geldiğini haber vermişti. Kapıda bekliyordu. Dışarı çıktı. Yanına geldiğinde mihmandar, “içeri girelim mi?” diye sordu. Cevap olarak “bugün tüm kararlar size ait, sizdeki sevgiliyi tanıyacağız dedi” . İçeri girilmesine karar verdi Mihmandar. Önce huzurda Sevgilinin “En Sevgili” nin nazarının dediği yeri ile hasbihal ettiler. Sonra kendilerine bir yer bulup, günün anlamına binaen beraat nişanına göz dikmiş insanlar gibi “O” nun Sözleri’ nden okumaya karar verdi Mihmandar. İkisi de kendilerine bir yer bulup okumaya başladılar.
“O” nun sözlerinden bir parça okuduktan sonra eli telefonuna gitmişti. Mihmandar geldiğinde başka bir mesaj daha yazmış görmediği; “Huzura girersem çabuk çıkmam” demiş mihmandar. Tam bu mesajı okurken mihmandardan gelen başka bir mesajla arttık kalkmaları gerektiğini öğrenmiş oldu.
Ayağa kalktı, kapının önünde karşılaştılar. Sevgilinin En Sevgili’ nin nazarının değdiği yerine veda ederek Sevgiliyi tanıma yolculuklarının ilk basamağını bitirmiş oldular.'....

Bu cümlelerle yarım kalmıştı dostlukları, farklı bir halleşmeleri vardı, kimseyle paylaşamadıkları  içlerindeki derviş ruhlarını açığa çıkarırlar, elest bezmine olan hasretlerinin hüznüne bulanıp, Allah'ı andıkça anarlar, O'nu andıkça mutmain olur,daha çok anarlar,  Suriye'deki kardeşleri için dertlenip, seher vakitlerini birlikte dua ederek geçirirler, dualarında birbirlerini anmayı aksatmaksızın, okurken etkilendikleri satırları, dinlerken kendilerinden bir parça buldukları  tınıları birbiriyle paylaştıkça  aralarındaki bağı güçlendirirken, aslında bir o kadar da uzaktılar. Bu zahiri uzaklık  gönüllerin  yakınlaşmasına engel olamayacak kadar önemsiz bir uzaklıktı. Gündelik yaşamlarına dair pek bir şeylerini bilmedikleri halde, konuşmaya başlayınca sanki yıllardır yan yanaymış gibi derin bir sohbet başlardı.
Ve bir gün bu dostluk  bitti.  Bir Üsküdar  vapurundan sonra her şey bir anda bitti...


ZM / "LA Anarşizm"

http://zekizabeth.deviantart.com/favourites/?offset=72#/d49vzjr





















bu zamanın beşerleri, ergenleri karşı çıkmayı seviyor. bazen sadece karşı çıkmayı seviyor. madem karşı çıkacağız, yolu, şekli doğru olsun.

"onlar, la ilahe illallah'ın ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı. bunun manasının Allah'ın hukukunu gasp edenlere isyan etmek olduğunu, yeryüzü kaynaklı bütün beşeri sistemlere karşı çıkmak olduğunu çok iyi biliyorlardı. "

Seyyid Kutup / Tevhid Daveti
syf: 10

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Sessiz deyişler


hep gölgesizlik unutturdu seni bana
bir çalgında almıştın onu benden
kimileriyle gülümsedin
kimileriyle ağladın
bir şairin diliyle bana sen dedin
çoğaldık sen bana sen dedikçe
fakat ben seni hep benden habersiz sandım

bir geceyi böyle manalı kılan da sendin
beni böyle manasız kılan da
olsun demiştim yine de ben
mana manayı aramakta
halbuki hiçbir anlam ifade etmiyordu seni
sözlüklerde adın bulunamıyordu
sen söylemeden bilemezdim
söylemedin ve ben bilmedim

yola revan olmak gerekiyordu gündüzleri
beni hınca hınç bir boğuntuya iten sendin
mavi bir kafes sarmalıyordu beni
bu savaşı haklı kılan da buydu
çünkü sen kılıç tutacak eller vermiştin bana
kaçılabilir yolların da vardı
yönümü ne tarafa çevirsem
oysa kaybolmuştum ben
fakat kaybolmak yetmiyordu bulunmaya

tarihi iyinin ve kötünün mucidi bildim
ders almaya çalıştıkça ondan çirkinleştim
hiç kurtuluşu yoktu bu çarpık gülümsemenin
devasını vermediğin bir dertle yosun tuttu içim
oysa dalınabilir derinlikte görüyordum hayatı
bu iç boğucu sıcakta biraz ıslanmanın zararı yoktu
bilemezdim bu rutubet kokan diyarın
beni kendi terimde boğacağını

şimdi uyandırsan beni artık asırlık uykumdan
bitse bu rüya içinde yaşadığım rüya
kimin suretine girdiysen sıyırıp atsan simalarını
bilmesem neresinden alçaldığını denizin
kayıp kıtamın nerede olduğunu bana buldursan
yahut bir salih göndersen tutsa elimden
iki ömerden hangisiysem
beni kendi elimle ona biçtirsen

17 Ağustos 2012 Cuma

güle gül'e


balığa...














ben gidemem yar olmadan yanımda, güle güle
bülbülü de yanımıza alıp öyle gidelim gül'e
göçüp gitsem bu alemden üç beş güne
isterim yarin yüzü ağlamaya, hep güle.

resim: "still life with plaster torso, a rose and two novels" -van gogh-

12 Ağustos 2012 Pazar

BİR'denBir'e

   Dehr içinde mest-ü hayran gezerken, dedi sırrım bana aşıklara karış aşık ola gör. ne cevherler vardır kaynak içinde... Derde düştün, niçin derman ararsın? Aşıklar dert arar derman içinde.

Sonunda olanlar oldu BirdenBire oldu...

-Hayırdır  nereye yolculuk?
-Aslımıza gidiyoruz.

 Ben bu satırları okurken dışaırda okunmaya başlayan cenaze salası. Herkes bir şeyleri okur her gün, herkesin bir şeyleri elbet okunur bir gün. Bu yolculuğa talip olmak ölmeden önce ölmek gibi bir şey. İnna lillahi ve İnna ileyhi  raciun. 'Muhakkak ki O'na döneceğiz.'

Bazı kitaplar vardır, tamamıyla seni anlatır ama anlık olan seni belki 1 ay önce okusan sana bir şey ifade etmeyecek olan kitap, öyle bir zamanda  karşına çıkar ki kalbinin kalemiyle yazmışlar hissi oluşur. bitmesin istersin her satırında yoğunlaşmak uzun uzun düşünmek istersin.
Yokluk yolculuğuna çıkmış bir üniversite hocasının ilk adımlarını gençlik yıllarını  içindeki yangına su ararken aslında yangını körükleyecek OD'unu bulma yolculuğunu anlatan bir yazar... Seyr-i süluka çıkmış bir kula verilebilecek en güzel satırlar... her seher vaktini O'nu aramaya adamış kullar ile  artık minicik de olsak ortak bir paydada bulunmanın verdiği sevinç, belki de hüzün hakkını veremiyor olmanın...
İşte ağlıyor yine şehir ağlıyor benim sevgilim içimi serinletsin diye gözyaşları, herkesten daha çok derviş bu şehir,herkesten daha içli ve duygulu, o ıslatırken gönülleri bir damla da biz akıtsak hüznümüzle...Sebepsiz hüzünle daha çok yaklaşırken O'na, O'nsuzluğun da verdiği hüznü aynı anda yaşar insan...

İşte yazarın ve benim yana yana söylediğim o cümleler ;
'Allah'ım ben de onlar gibi olabilir miyim? Ben de Hallac gibi kanımla abdest alıp eşiğinde 2 rekat aşk namazını kılabilir miyim? Ben de Rabia gibi dünyadan ahiretten geçebilir miyim? Çoğu Bir'e indirebilir miyim?
Bir'i gönlüme sindirebilir miyim? Sadece seni sevdiğim için namaz kılabilir miyim? Ne cehennemin ateşinden ne cennetinin sevdasından değil sadece senin için... Allah'ım ben de Harakan'lı bilge gibi12 yıl  geceleri uykusuz eşiğinde niyaz edebilir miyim? Göz yaşıyla seccadeleri ıslatabilir miyim? Ben de kırk yamalı hırka giyip Gazneli Mahmud'un önüme serdiği altınları elimin tersiyle itebilir miyim? Yunus gibi kırk sene dergaha düzgün odun taşıyabilir miyim? Mısri gibi geceleri sabaha dek aşkla inleyebilir miyim?'... diye devam eden aşkla yazılmış satırlar. Bize Bir'e doğru giden yolun üstünde  neler varmış diye gösteren satırlar.

ikibinonikininhaziranayındayayımlanmışbirkitapdervişbirkalptençıkansatırlarSadıkAbiyesonsuzteşekkürler...

Sadık Yalsızuçanlar'ın Birdenbire romanın kesitleriyle oluşan bu yazıyı bir de http://www.youtube.com/watch?v=o-Ecp605xUc bu melodi eşliğinde okuyun...

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Ağlamak

ağlamak bir bebeğin ihtiyacını duyurma yöntemi
bebeklikten çocukluğa geçenin naz hâli ağlamak
bir bulut tutumu bazen
bir duygu yoğunlaşması gözyaşı
aklın, belki mantık demeli, işlemediği, hislerin esamesinin okunduğu bir kriz biçimi
kâh sinirden kâh neş'eden ağlamak
ağlamak Allah'ın kullarıyla ilgili ayetlerini duydukça ağlamak
ağlamak pişman oldukça, tövbe ettikçe
ya ümitlendikçe
ağlamak dertlenip hâlimize
ağlamak kırılan hayalimize
ağlamak ayrılıkça, ağlamak vuslatça
ve ağlamak kalp burkuldukça

29 Temmuz 2012 Pazar

Esirge Ve Bağışla

                                               ESİRGE VE BAĞIŞLA
‘Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, Rabbin adıyla başlayan insanlarız’ ve O’nun adıyla başlamak boynumuzun borcu. Bizim O’nun adına, her isminin, her kelimesinin, her kıvrımına, muhtaçlığımızdan olsa da; bi türlü bu muhtaçlığı tam kabullenemeyiş bizimkisi. Koy verip gidememeler... Sadece dil ile tekrardan ibaret kalan kelimeler,La ilahe İlla’Allah’ lar, Hakkını veremeden söyleme cüretini göstersek de hep bir sığınış Rabb’e  O’nun büyüklüğüne yüceliğine. Maksat niyetimizin halisane olduğunu belirtmek istercesine.İbrahim’i yakacak ateşi söndürmeye çalışan karınca misali, safımızı belli etmek  için edilen kelamlar belki de, ACZ’imizin farkında olarak. Bu farkındalık içinde kalabilme  sürerliliği umudumuz… hep  bir umut…hep bir beklenti…  Kundağındaki bebeğin mama beklemesi gibi bir ACZiyet,  hasta yatağından kalkacak takati olmayan  bir yaşlı teyzenin başkasına muhtaçlığından daha büyük bir ACZiyet daha büyük bir muhtaçlık. Öyle bir muhtaçlık ki; bunun için hasta  ya da bebek olmaya gerek yok her anımızda O’nu hissetme varlığının  yanımızda olduğunu hissetme ihtiyacı…
 Tüm Kainat O’nu haykırırken yüzümüze bu  duymazlık  neyin nesi öyleyse?
Kimdir bizi O’na ulaşmaktan alıkoyan? En basitinden  sabah namazımıza engel olan, sünneti seniyyeyi bir teferruat olarak görüp uygulamaktan aciz olan  bizlerin kalbindeki bu rehavet  nereden? kimden? Var mı içeride olanları göreniniz? İçerdekini görmüşlüğünüz?  
Sadece içerdeki mi dışarıdakiler saymakla bitmezken; dışardakileri görmekten ve gözümüzü alamayışımızdan içimize dönemedik gitti.
Hani düsturumuzdu ‘bir lokma bir hırka’  hani  ne zaman uyduk aklımızdaki ideal portreye. Ve daha hangi mazeretleri üreteceğiz kendimiz için ,daha ne kadar ertelemek planımızı?  sanki biz erteleyince; ölüm saniyemiz, dakikamız, saatimiz, günümüz değişecekmiş gibi….
Dünyanın bütün sabahlarını alıp gitmeden buradan, karanlıklara gömülmeden;

'Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum...’
(‘Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’)

Desek ve başlasak sıfırdan.Adeta bir Necip Fazıl dönüşümü yaşasak içimizde. Ve dışa yansıtsak bunu. İşte O zaman Bir Hira Dinginliği kaplar mı her yanı?
                                               


12 Temmuz 2012 Perşembe

Ramazandan Bayrama


    "Medine bir numûnedir. Doruğa ulaşan toprağın bitekliği, katılığından parça parça olmuş, bulutları fevç fevç eritmiş ve ebediyyet çiçeğinin kıtalara açılımında yıldız suları olarak akıtmıştır onları. Savaşlar anne şefkatini aşan bir inceliğin ölçüsündedir.
    Mekke, sabrın tahammülle örüldüğü bir keyfiyet armasıdır. En çetin sınavlarla aşılan engeller ve olgunlaşılan bir ocaktır. Hicret, bir yığın serüveniyle kutsal aşamanın ebedî örneğidir.
Mekke ve Medine mührünü basmıştır kâinata. Şam, Bağdat, Kahire ve İstanbul bu mührün yankısını yansıtmakla şeref kazanmışlardır, asırlar boyu.
    Oruç ayı Allah'ın aylarından bir ay olduğu halde kutsanır hepimizce. Yakup'un oniki kardeş içerisinde Yusuf'a olan ilgisi gibi bir şey Mevlâ'nın Ramazan'a değer verişi çünkü. Bir sebep, bir kolaylık, bir şans. Rahman'ın taşan rahmet deryasından fışkırıp bütün âsileri kapsayacak kadar geniş olan mağfiretinin sergilendiği mübarek bir aydır o. Ruhlarımızı hicretten miraca kadar koşturup bin aydan daha hayırlı geceleri barındırır bir gecesinde. Ruhumuz onunla birlikte yeni bir muhasebe zeminine kavuşur. İmanlar tazelenir. Cennet ve Cehennem yaklaşırlar iyice. Kabirden yana ülfet fazlalaşır. Münker ve Nekir, isimlerinin ifade ettiği müphemlikten biraz olsun arınırlar. Vahyi, Cebrail’in yeni iletişi anındaki sıcaklığıyla algılarız o saffet halimizde. Mikâil ve İsrafil'in yükümlülüklerini hatırlayarak yeniden haykırırız yürekten tasdiklerimizi. Çünkü engeller büyük ölçüde etkilerini kaybetmişlerdir. Azrail'e "hoş geldin" diyebilme hünerini gösteriş derecelerine yükselme seyrimizin kutsallığıyla coşmaktadır artık ruhlarımız.
      Ferdinand'ın orduları alçakça üzerimize çullandığı an kendimizi savunma imkânımız yok değildir aslında. Ama ne var ki El-Hamra sarayının ziynetleriyle büyülenen beyinlerimiz şeytanların en büyük desteğidir. Kurtuba'nın elden çıkması için şer ittifakı kemal bulmuştur. Oruç bu büyünün panzehiridir. Bu ittifakı dağıtacak ve zaferin sıcak zevkini iftar saatlerinde ve Cennet bahçelerinde hissettirecek bir savaş muştusudur o.
      Oruçla birlikte safiyetine kavuşan ruhlarımız bin bir parçaya bölünen kutsal avizenin görkemli anlarını hatırlarlar. Buhara ve Semerkant'a ulaşan ışık huzmelerinin Konya ve Bursa'ya yansıyışının anısını duyumsarlar iftar öncesinde ve Ramazan seherlerinde. Bütün bunları hatırlarlar da Allah'ın(cc) asla tebdile uğramayan sünnetini afakî ve enfüsî boyutlarıyla sezinlerler.
      Toplumsal alanda gereği gibi temsil edilemeyen mukaddes inançların nefse tatbiki anında içine düşülen çıkılmazlar ve çarpıklıklar görülüp de artık rüyayı hayata tercih ederek bir Yahya Kemâl gibi hatırlara gömülmek. Ama bununla bitmez. Teravih hareketin ifadesidir. Kulluk halinin tekmilini simgeler o. Hülyalara yer olmadığını hatırlatır sürekli.
     Kutsal avizenin bir parçaya bölünmüş kıvılcımları çevrelerini fersiz bırakmamalı. Gerçek kimliğine kavuşup başkalarına alet olmamak için yeniden yekvücut olmak gerekliliktir. Boşlukta erimeyi, yok olmayı engellemenin tek çaresi. Varlığın hakiki gayesine ulaşmasının alternatifsiz biçimi.
     Oruç maddesiyle, mânâsıyla, ruhuyla bedeniyle aramızdadır. Kendisinden çıkan rahmet pınarlarını adeta gözlemliyoruz. O halde pınarın kaynağına daha bir yakınlık gerek. Bir daha uzaklaşmamacasına. Hoş, pınarın başında olmakla bitmiyor işimiz. Her birimiz kaplarımızın alabildiği kadarla yetinmek durumunda kalıyoruz.
Bayramlar zafer sonuçları ve sevinçleridirler bir anlamda. Evet, nefse karşı yoğun olarak verilen son bir aylık mücadeleyi bayramla kutluyoruz.
     Bir gün bahçemizin gülleri açılıp, şehitlerimizin kanlarıyla sulanan ağaçlarımız yemişlerini verdikleri an verilen gerçek mücadelenin, orucun nefis çapında temsil ettiği hakiki savaşın zafer çığlıklarının kulaklarımızda çınladığını hissederiz.
     Bir gün yüreğimizin ta derinliklerinden "bugün bayram" diyebilmenin hasretiyle kavrulan çilekeş müslümanların bayramları tebrike değerdir. Mübârek olsun."

 80'li yıllardaki bir Zaman Gazetesi'nden köşe yazısı.


8 Temmuz 2012 Pazar

zühdü seçemeyen zamanelerdik, biz.

http://zekizabeth.deviantart.com/favourites/#/d524wp5



hiçbir şey istememeyi iste'meli'yiz diyoruz
da;
hiçbir şey istememeyi, gerçekten istediğimizden emin olamıyoruz.

26 Haziran 2012 Salı

Keşfsever'in şefkatin büyüklüğünü fark edişi

Bouguereau / Young Mother Gazing At Her Child (1871)
merhamet sevgiden ve aşktan farklı bir histir. insan merhamet ettiğine aşık olmaz, merhamet ettiğini çok sever ama. insanlar merhamet ettikleri varlıkları çok severler. işte bu çok sevilen ve aynı zamanda merhamet duyulan varlıklara duyulan şey; sevgi ve merhametin karışımı olan şefkat'tir.

bu yüzden şefkat aşktan ve sevgiden daha kapsayıcı ve daha üstün bir duygudur.

24 Haziran 2012 Pazar

Sordum 3

Sordum sarı çiçeğe,
"Yokuş aşağı karizmatik yürünmez." dedi.

ZM / Sayısı Yaratılmışlar Adedince Olan Yollardan Biri Üzerine

Allah’a ulaşmak için yaratılmışlar adedince yollar vardır*
Bab-ı Aziz
Volume I
Biz tekçiyiz. Hakikatçiyiz. Doğrulardan bir doğru demiyoruz, en doğrusu, en kemali diyoruz seçtiğimiz’e. biz kendimizce bir cevap vermiyoruz hayatın belirsizliği sorusunun cevabına. Biz bir iddia sahibiyiz. Biz bir cümle sahibiyiz.
*
Biz rengârenk bir dünyada, herkesin kendince bir rengi seçip, o seçtiği renge en güzel dediği dünyada, bizim rengimiz beyaz diyenlerdeniz.

Biz seçtiğimizde, dinimizde, tüm renklerin ve tüm ben’celerin bulunduğu beyaz’ı seçenlerdeniz. Biz beyazı seçtiğimiz için değil, beyazda tüm renklerin olduğunu bildiğimiz için, beyazı yüceltenlerdeniz. Biz beyazın hakikat olduğunu belleyenlerdeniz.
 Volume II
Biz şüpheciyiz. Seçtiğimizin en olduğu inancı olsa da içimizde, diğer renklerin en’liğini bir düşünenlerdeniz. Şüphenin imanla bir gittiğini, şüphenin vesvese’ye dönüşmediği müddetçe güzel bir şey olduğunu öğrenenlerdeniz.
***
İtminan olmamış, sükûn bulmamış kimi huzursuz ruhların şüphelerinin –vesveseye dönüşmediği müddetçe- çok da zararlı olmadığı düşüncesinde olan bir beşerin yazdıklarıydı.
Başladığımız yere dönelim;
Allah’a ulaşmak için yaratılmışlar adedince yollar vardır.

19 Haziran 2012 Salı

Krikotrajik

sessizlik; sözsüzlük ve demsizlik demek
çokluğunu azaltmıyor hiç susuşlar
filistin’e daha çok hanzalalar gerek
masum sarsılıyor halen geçerken tanklar

senle dalgın geçen her dakika bir çağrı
sürülür, inletir kader; nizam-ı alem
el aksa’dan akdeniz’e doğru
tedavin grosbe, kötü ibranicem.

18 Haziran 2012 Pazartesi

Krikolojik



sensizlik sonsuzluk ve densizlik demek
yokluğunu aratmıyor hiç kuluçlar
üsküdara daha çok altyapı hizmeti gerek
masam sarsılıyor halen geçerken araçlar

senle kırgın geçen her dakika bir ağrı
süzülür inletir keder, gam, elem
spatulamdan diz kapaklarıma doğru
tedavim ölümdür, malum neticem

10 Haziran 2012 Pazar

Her an


musa olabilirim her an 
git birkaç yahudi bul bana
tutkallı sehpalar gezinsin ipek halılarımda
musa olabilirim her an 
gel kızıldeniz ol bana 
seni biçmemin bir anlamı olsun 

baldırı çıplak dervişler dalaşıyor 
beynimin aileye mahsus kısmında 
musa olabilirim her an 
bir tokatlık müritler bul gel bana

dişlerimde bir koloni besliyorum 
gel ömer'in kapısını dik ağzıma
akrebin peşindeyim 
her an düşebilirim
ya israfili bul gel bana
ya da üfle benim suruma

6 Haziran 2012 Çarşamba

Safari


















kuşlara şarkı söylüyor bahçede kedi
aslanlarda ağlamadığım bir antilop sevgisi
balıkların üzerinden insin artık her gemi
sende bırak kovalamayı tom, haklı jerry

âşık oldum, vacip olsun diye gönlümün katli
biraz daha görmezsem ayılırım belki, gözlerini
istanbul'u bir şair fethetti mahlası; avni
yâr odur, gözleri gibi büyük olmalı kalbi

unutmaya çalışmak sanki unutmaktan daha iyi
biraz daha düşünürsem yitirebilirim dengemi -akli-
gönle kulaktan şifa olmaz der shakespeare'i
her şey olacağına varsın mutlu olsunlar
hayat fani

aklımdan çıkıp gönlüme giriyor yârin hayali
saçları bakır, belki bir nehir deme, olsun boyu selvi
kürk mantolu bir madonna sevmiş raif efendi
uykum bile benden kaçarken sana kızamam ki

"üstat" kelimesine inanmam öğrenileceklerin sonsuz olduğu dünyada"
der, bruce lee
nefesini tut, kapındaki düşman vasili!
kalbi kadar yumruğu da büyük bir şampiyon muhammed ali
kılıcı zalimden, kalemi kılıçtan keskin şah hazret-i ali

2 Haziran 2012 Cumartesi

Gel bi'şeyler yap



belki ölemem zamanında 
sen gel bi'şeyler yap
bi oyun kur 
mesela
uçurumdan at

zayıflık değil bu sıkılmak
bir sahilde durup beklerken
köpeklerin toplanması gibi yaşamak
inançsız bir file dönüyorum yavaş yavaş 
yönümü bulmama yardım et 
hiç olmadı 
gel bi'şeyler yap

"içim iyi değil sana" 
gel bi'şeyler yap
bi' kafatası çıkar topraktan 
gel kafama tak
bu ölmüş kafa da kiminse 
git sahibine bırak

25 Mayıs 2012 Cuma

Müslüman


Penceremden hayatı gözlüyorum
Elimde ucu dişlenmiş kuru kayısı zaman
Gün batımını çiğner gibiyim
Buruşmuş dudaklarım arasından

..
..
Saçlarım yüzüme dokunuyor
Perdeler akıyor omuzlarımdan
Akşam vakti huzur esiyor sokaklarda
Ölüm lambanın hep yeşil yandığı yer!
..
..
Mutlu sona yaklaşıyorum domur domur
Güller açıyor nevresimde, yorganımda
Bedenim kendini tazeliyemeyegörsün /ne çıkar
Ruhum ihya oluyor, kalbim müslüman.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Katilim Caiz













içimde istasyonlar işletiyorum
gemiler ve trenler kaçırıp kalp ve damar yollarına
seferler düzenliyorum çok uygun fiyatlara
-istersen bir ara uğra-

adımı bir katliama karıştırıp geliyorum
katledilmezsem, seviyorum
içinden geçenleri içimdekilerle birleştirerek
seyrediyorum dünyayı
ölmek kolay sanıyorlar
seni her gördüğümde ben tekrar ölemiyorum

kitaplar arasında gül besliyorum
bütün dertleri bir bir geçip, sende(n) kalıyorum
her gün erkenden uyanıp seni göremezsem
ve geçerken yanımdan ayakkabıların
kalbime bir ayakkabı topuğu saplıyorum.

13 Mayıs 2012 Pazar

Uykuluk

Şiir peşinde şiir peşi
Peşi dedimse nerde eşi?
Gördü güldü güneşi
Aranan bu çak beşi

Bulduysa yanıldı
Kaybetmeyen bulur mu?
Cüda yok, yok cüda yok
Kanat var. Ankanın, güvercinin.
Bir de sanat var

Hepsinde olan cevizi yiyene
Kabuk anlatmayın, dikkat söyleyene
İsterim yükselmeyi, kibir nereye gidecek?
Ya haset
Yakarım beni yakmadan
Soğuk yangında
Ve aşk.

11 Mayıs 2012 Cuma

Sudan Sebepler














karın boşluğunda kelebek kolonisi katlediliyor
yâri görünce
böyle olur demiş şair
erkin koray da söylemiş,
"
durma koş ardından" sevince
gönül dağlanıyor göz görünce katlanıyor gönül, 
bilmem kaç bin kere
sudan sebepler arıyorum seni sevmeye
ellerin tutuşuyor bir hayalde, ellerimle
sebepleri döküyorum sonra sularla birlikte
tutuşan ellerime.

çapraz koşu yapıyorum ciğerden kalbe
gönlün ceza sahasına yar girince –daha nazik, burası abdominal bölge-
şık bir çalımla geçip ciğeri
teke tek kaldım derken yürekle
düdüğü çalıyor annem;  “tabağındakileri ye!”

sözü dinlenir annenin
cenneti ayağının altında bilince
anadan geçilmez hasan! yâr tembihleyince -
“çay demledim,” deyip ekliyor bir ses; “içmeden gitme.”-
çay içilir, düşman bile demleyince
harareti de alırmış, artık nereye götürürse
bunlar bizi ilgilendirmez sen gülünce
iki şahit yeter, her yer saray bize.