Yazarlarımız

Efdâl Mevta
Ağustos ayının son çeyreğinde, ebesinin deyimiyle "üzümler erdiğinde" dünyaya geldi ve çileyle daha o yıllarda tanıştı. Henüz yerleşik hayata geçmemiş olan ailesiyle birlikte rakımı 2000 metrenin üzerinde olan yaylalarda oradan oraya eşek sırtında göç etti.
Ailesi köye ahır yaptırıp hayvancılıkla uğraşmaya başlayınca önce yerleşik hayata geçen Efdal, daha sonra denizi ve iki kattan yüksek binaları olan şehirlerde yaşamaya alıştı. O sıralar filinta gibiydi ama nafile.
İlkokulu bitirdikten sonra gurbet hayatı başladı, lisede yurtlarda kaldı, üniversitede ev tuttu, en çok yeşili sevdi, gül reçeli yedi, aktif siyasete girdi, deli yürek izledi, kalpsizdi insanları üzdü.
Bi kere bisikleti oldu, 1 yıl sonra çalındı, hiç istemedi, isteseydi isterdi. Kara dut satıp para kazandı, bilye oynadı, ceviz oydu, eliyle balık tuttu.
İnteraktif sözlüklerde yazılar yazdı, kitaplar okudu, herkes kadar gitar çaldı ve basketbol oynadı, "kıza lazer tutmuşsunuz?" diye insanlara fırça çekip abilik yaptı, hiç sevmedi, bundan önce de hiç yalan söylemedi.


Cadillac
Reenkarnasyonla bu sefer insan olarak doğmuştu.. 7 yaşına kadar gerçek anne babasını aramakla vakit geçirdi.. 7 yaşından sonra gerçek anne babasının o anki anne babası olduğunu farketti.. 13 yaşına kadar fayanslardaki çizgilere basmamaya çalıştı.. 16 yaşına değin intihar girişimlerinde başarısız olunca dünyayı yok etmeye karar verdi. 1 kere Altın Örümcek Web Ödülünü ve 2 kere Devrek Yağlı Pehlivan Güreşleri Kupasını alamadı. Genelde neyi unuttuğunu unuttu ve sık sık ayrıntılara takılıp kaldı. Hep saçmaladı. Münzevi hayallerin prensi olmak için daima kerata taşıdı. Aşağı yukarı 20 yıl buralarda takıldı. Hayatı boyunca Amelie'nin 7. senfonisi eşliğinde alternatif akım misali savruldu. Aynı yüklü iki cismin birbirini itmesini hiç anlamlandıramadı. Bundan sonrası 3 sms olmasından mütevellid hikayesini burada noktalattı. Saygılarını da sundu.

Anonymous
Güzel bir bahar günü, uçurtmaların ve kuşların mavideki o eşsiz dansına aldanıp, dünyaya geldi. İlk görüşte şaşırdı. Şaşkınlığını suskunluğa bıraktı; bir süre sessiz protesto etti dünyayı. 3 yaşında yaptığı protestonun hiçbir işe yaramadığını anladı ve inci mercan konuşmaya başladı.
6 yaşında, kardeşlerinden çokça duyduğu 'okul' denen yere olan merakı; onu, sonu bilinmez bir uçuruma sürükledi. Fazla merak iyi değil derler; okula başlayınca o da öyle dedi.
Şimdi lisede, biteceği günü bekliyor. "Büyüyünce ne olcan?" sorusuna net bir cevap veremedi hiç, hala bir fikri yok, düşünüyor.
Ney dersi aldı iki sene, sonra bıraktı, keşke bırakmasaydı. Dil öğrenmeye meraklı, planlarında çok dil var. Kitaplar da olmasa hayat çekilmezdir ona göre; iyi ki varlardır. Edebiyat candır, şiir aşktır diye düşünür. Hep düşünür, çok düşünür. Yazmak hep aklındaydı, ama ne zaman başlayacağını bilmiyordu. Her ne olduysa Nafile Filintalar'da buldu kendini. Mutlu.

Kalbî
O da mühendislik öğrencisidir. Ama bir süredir hayatın, toplumun, devletlerin, tarihin, felsefenin, edebiyatın, insanla ilgili her şeyin peşinde. Aklınca uzak buluyor mühendisliğin elektronik için olanından insanı ve yeniliyor. Ah onları bir yaklaştırsa! Gözlerindeki perde kalksa.
Henüz bir tefsir bile bitirmemiş. Burada ne işi varsa.
Hayır demeyi beceremezdir. Katılmadığı görüşe he dediği vakidir. Buluşmalara hep gelir, hep geç gelir. Büyümeyi çocukken bile istemedi.
Mağrib hasreti çektiği bugünlerde ara sıra da soğuk bir memleketi özlüyor.

Ali Erez
Bir sonbahar akşamında dünyaya gözlerini açmıştır. Şansal Büyüka’nın çok güzel “Fenerbahçe” demesinden etkilenip Fenerbahçeli olmuştur. Okulla birlikte hayat işte o zaman başlamıştır onun için.
Gazeteci olmak istedi çocukluğundan beri. Lakin mevcut eğitim sistemi buna engel olmaktadır. O yüzden sisteme karşı her zaman muhalif bir duruş sergilemiştir.

Sosyal Sığıntı
Bolu'da saatin dahi yorgan altında tutulmadığında donduğu 13 hanelik bir köyde doğdu ve o günden sonra Umre'ye gittiği günleri saymazsak bir daha ısınamadı. Küçükken arkeolog olma hayalleriyle taşlar topladı, yıkadı, onları sevdi; lakin babanın evlendikten sonra eğitim hayatına tam gaz devamı üzerine 1001'inci taşınma hikayesinde taşları canice bilmediği bir çöpe atıldı. İlkokul üçten beri (ilki ramazan'la ilgili) durmadan okunmayan şiirler yazdı. Hala yazıyor... Ve hâlâ atılacak yeni şeyler bulma konusunda ürkek...

Refi-dün
20. yüzyılın son çeyreğinde, Ağustos ayının tam ortasında [biraz tartışmalı olsa da] doğunun parisi olarak addedilen Gaziantep’te doğmuşum. [aslında "Paris batının Antebidir."]
İlk, orta ve lise kariyerim boyunca hep duvar kenarında oturdum. İyi de kopya çekiliyordu. Ara sıra bir şeyler de yazıp çizebiliyordum. O sıralarda kafamı omzuna yaslayabildiğim tek şey duvardı.
Üniversiteyi kazanmak iki yılımı aldı aslında almadı tabi ben verdim. Sözelci olduğum için gideceğim yerler de haliyle kısıtlıydı. Bende Tesla gibi bir mühendis, Albert Dürer gibi bir ressam, Şener Şen gibi bir oyuncu olmak isterdim ama kısmet. Zaten sistemimiz sağolsun her insanı istemediği bölümde okutma konusunda çok usta.
Hülasa, Antep’ten eskiden Osmanlının Başkentliğini yapmış Edirne’ye, yani bir uçtan bir uca gidip Tarih okudum. Allaha şükür bitirdim sayılır. [iki seçmeli dersi saymazsak]
Hayatımda öğrendiğim çoğu şeyi uygulama, öğrenemediğim çoğu şeyi öğrenme fırsatı verdi üniversite gurbet.
Tarih'i de severdim, okumadan önce. Okutulduğu sanıldıkça ben de sevmemeye başladım. Edebiyat'ı severdim okurken, okudukça daha çok sevdim.
Yazmak, bir hayal olarak başladı, bir hayal olarak devam etmesi için dua ediyorum hep, tüm kalbimle.
[yazar burada “amiin” seslerini duyar gibi oluyor.]
Bu arada Ağustos böceği burcuyum.
Ve şu an boş gezenin boş kalfası olmak için kpss sınavına gireceğim.

La Higuera
Eski Roma’da Mart ayının adı, Roma Savaş Tanrısı "Martius" idi ve bu ayın savaşa başlamak için şanslı bir zaman olduğu kabul edilirdi.Bu ayın ruhunu asla taşımadı, savaşçı değil bildiğin tembel  olarak  bu hengame'ye gözlerini açtı. Roma'da doğumadığı gibi Marcus Junius'u da asla göremedi.  İlk Kurşun kalemin izlerine Antik Yunan ve Roma'da rastlandığı öğrenince Roma'ya olan sevgisi katlandı ve onun her yolu roma'ya çıktı, kendisine eşlik eden  gözlükleri oldu. Okuma, yazmayı öğrendikten sonra bundan fazlası'nın yük olucağını anlıyınca okula devam etmedi.Yanında kitap denilince aklından Friedrich Nietzsche ve Baruch Spinoza geçti. Kırmızı'yı, çiçekleri ve çocukları hiç  sevemedi.Bir şeyler pişirip insanlar'a yedirme isteği babası'nın kızım muftağa girip de yorulma demesiyle uçup gitti. Hayatın ritmi'nin dışına çıkmayı, sarı'yı, gözlerini kapayınca çalan müziği, salıncak da sallanırken gökyüzü ne bakmayı ve rap'i çok sevdi. Kendisi hakkında  bilgi vermeyi hiç sevmedi. Şu an tek amacı  nafile filintalar'ın gözüne girebilmektir...

(diğer yazarlar ekleniyor...)
ıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı:::::::::::::::::::::::ı % 70