30 Aralık 2013 Pazartesi

iki kitap bir yazar


Ben doğmadan bir asır önceleri bildiğim ve bilmediğim topraklarda nefes almak an itibari ile gündelik hayattan bunalmış zihnime bir aydınlanma getirdi, öyle ki, hiç gitmediğim Antalya'nın küçümen bir köyünden (KARABİBİK), 3 ay kadar yaşadığım İstanbul Kağıthane (ZEHRA) 'nin bozulmamış çehresine cumburlop atladım. Tam olarak bir süreç yaşıyamamam Karabibik'in roman beklerken hikaye çıkmasından kanımca....

Döneminin ilk İstanbul dışı eseri ve gerçekçilik akımını savunan yapıtı....Nabizade Nazım Beyin Karabibik-Zehra'sı. Bu tarz kalıpları eleştirmenin anlamlı olduğunu düşünmüyorum fakat hissi davranaraktan konuya, işleniş biçemine takılıyorum. Akımlar insan uydurması değil mi ki? Dünya var olduğunda onlar yoktu, hatta bir tanesi oluşurken diğeri gölgede kalmakta, hatta can çekişmekte belki ölmekte.

Gerçekçilik... Karakterin ruh halini tüm renkleriyle hissetmek kendi ahvalinizden sıyrılıp küçük bir pencere yok yok minik bir kapı aralığından ılıman bir hava akımının yüzünüzü gıdıklaması gibi... Acı var, sizin değil ama SİZİN, mutluluk keza... Karabibik'in iki öküz için gecelerce hayal kurması, civar köylerde borç alacak kişi ararken müslüman hristiyan ayırt etmeksizin yöreye has sevimli şivesi ile konuşması... Bunlar insanı zamanın ve mekanın dışına çıkararak okuyucuyu çok ekonomik fakat benzersiz bir gezintiye çağırıyor. Lakin Hekimin hanımına karşı hissiyatı, kızını everdikten sonra yaşadıkları... Köylü birinin hayatından kesit... Bir okuyucu olarak başlanmış bir romanı yazmaktan hoşlanmıyorum, keşke bu kadar güzel ortaya çıkarılan bir karakter bu kadar ömürsüz olmayaydı. Bitmemişlik hissi, tamamlanmamışlık duygusu beni mutlu etmedi.

Hemen ardından gelen Zehra, konuşma dili ve çevrenin Karabibik’ten farklılığı yazarla ilgili en ufak bir bağlantıya izin vermiyor. Fakat insan İstanbul'da doğmuş Nazım, acaba Antalya'nın bir köyünü anlatırken korkmuş, minik hikayesinin büyüsü bozulur diye öteye gitmemiş olabilir mi diye sormadan edemiyor ki Karabibik'teki yarı yolda koma, Zehra'da o kadar tamamlanmış ki, tüm karakterlerin hayatı işleniyor, duygularına yer veriliyor ve hatta her biri bir başka şekilde sonlandırılıyor. O günün şartlarını düşünürsek (ki çok da düşünebildiğim söylenemez) ellerine sağlık Nabizade Nazım, sen elinden geleni yapmış olmalısın.

-sosyal sığıntı-

20 Aralık 2013 Cuma

geç kağıdı


bir gün gene hava yağmurlu. [zengin girişi yaptım] mevsimlerden kış, aylardan hatırlamıyorum.
sabah altıda kalkıp yirmi dakka -yirmibeş de olabilir- yürüme mesafesinde olan okula gitmem lazım. altı buçukta ders başlıyor.
sobalı bir evde büyüdüyseniz gece sıcacık sobayla yatıp sabah kalktığınızda evde değil de dışarda yatmış gibi bir soğukla karşılaşacağınızı bilirsiniz uyanınca da yorganı hemen kafaya çeker yatağın içindeki o sıcaklıkta ölene kadar uyumak istersiniz. ben de aynen öyle yaptım. nerdeyse dizlerim ağzıma girecek şekilde bükülüp tekrar sevgili döşeğime gömülüp sevgili yorganıma sarıldım. öyle bir sıcaklık ki insanın ayı olup 3-5 ay kış uykusuna yatası gelir. öyle bi günlerden birindeyiz. lise 2 olması lazım ikinci saat inkılap tarihi dersinden sınav var tarihin en sevmediğim zamanları. ulan dedim "yat feridun, sınav ikinci ders zaten 40 dakka daha sana müsade" kendime izin verdim. sabahın köründe uyanıp tekrar uyumanın verdiği mutlulukla tekrar uyudum. mışıl mışıl uykum kendi kurduğum telefonun o mal sesiyle bozuldu, kalktım üstümü başımı giyinip yola koyuldum.

zaten yağmur yağıyo diye yüzümü bile yıkamadım yağmur yıkamıştır. tam tenefüse denk getirdim giriş saatini zil çalınca sınıfa girdim duvar kenarındaki yerime oturdum. en sevdiğim yer duvar kenarıydı çünkü hem iyi kopya çekiliyordu hem de sırtımı dayayacak bir duvarın yokluğunu da bu sayede hissetmiyordum.

-tipsiz hoca içeri girer-

[lan dersi zaten sevmiyorum bir de bu gıcık, ayar ve uyuz olduğum hoca derse girince ben ilk çağ uygarlığından başlayıp nerdeyse bütün insanlık tarihinden soğuyacakmış gibi oluyordum. gerçi devamsızlık haklarımın çoğunu bu ders için kullanarak kendimi tarihten soğumaktan lise iki boyunca uzaklaştırmayı başarmıştım. o ayrı.]

tipsiz hoca içeri girmişti
evet.
[sonra hemen beni gördü tabi tipsiz tipsizi çeker ya]

-sen yeni mi geldin?
+evet hocam. [sıçan gibi olmuşuz tabi hemen anladı kamil. feci zeki]
-o zaman git idareden geç kağıdı al gel yoksa sınava giremezsin.

[allah allaaahh! bak ya bak hareketlere bak! şunun laflara bak. niye sevmediğimi uyuz olduğumu daha da anlatmaya gerek yok sanırım görüyorsunuz arkadaşlar. içimden tövbe ve estağfurullahlar çekerek sen sabır ver ya rabbelalemin diyerek cevap verdim.]

+ hocam ilk ders gelmediğim için yarım gün yok yazılıyorum zaten. geç kağıdına ne gerek var.
[ben zaten yarım gün yok yazılmayı göze almışım hoca sen ne diyon]
- yok ille de geç kağıdı yoksa sınava almam.

[ben dellendim tabi, daha saçlarımdan ağzıma yüzüme sular damlıyo. rahmet sadece benim üzerime yağmış sanki. ne güzel nurlanmışım. ama fazla sürmedi bu nur. çıktım tamam dedim hoca nalet gitsin. idareye giderken hocanın bütün ahbab ve sülalesiyle tanış oldum tabi.
neyse müdür, müdür yardımcısı yok bilmem kaçıncı müdür yarımcısı yok cart yok curt girdim çıktım. bunlara yağ bal çeken bi adam da olmadığım için bana kelek yaptılar tabi vermediler geç kağıdı mı neyse nası saçma bi kağıtsa artık kimse vermeye yanaşmadı çok değerli bi kağıt parçası ya. çıktım sınıfa]

+ vermediler hocam, geç kağıdı kalmamış. -bitmiş geç kağıdı kolay mı öyle geç kağıdı bulmak o zamanlar heeeyy!  ben istedim ya kalmaz. geç kağıdı kalmadı diye bişey mi olur lan!-
- yok o zaman sınava alamam.
dedi.

[tamam dedim hatta tamam demedim hiç bişey demeden çıktım sınıftan. o an benim aklım zaten geç kağıdında sınavı falan unuttum. sanıyor ki ben, "hocam nolur, hocam yapmayın, elinizi ayağınızı öpiym beni sınava alın" dicem ben, beeeen! çok bekledi tabi. netice itibariyle sınava giremedik. aslan gibi sıfırımızı aldık oturduk. 2 sınav oluyo bi de ikinciden 90 veya 100 almam lazım ki geçiym dersten. yoksa kaldık]

gel zaman geç zaman ikinci sınav zamanı geldi. ben tabi köpek gibi çalışmışım inkılabından giriyorum ihtilalinden çıkıyorum sivas kongresi senin havza genelgesi benim ver allahım ver.  girdim sınava çatır çutur yaptım tabi. bizim tipsiz sınavdan sonraki ders sınıfa geldi sınavı okuyo.

-ahmet mahmut 60
-ayşe fatma 80
-hebele hübele 70
-feridun demir 95. feridun demir 95 feridun demir!

ben duvar kenarındaki sıramda oturmuş sırtımı duvara vermişim. ağzımın sağ tarafını yukarıya kaldırıp gözlerimi kısmak ve sağ elimdeki sıfır 7 rotring kaleme havada artistik patinaj, havada ters takla falan yaptırarak gülüyorum. tipsiz gözlüğünü indirip "kim bu 95 alan lan merak ettim" der gibi iki saniyelik bi bakış attıktan sonra hemen sınav kağıtlarını okumaya devam etti. sınav sonucunu öğrendikten sonra ben hemen okuldan kaçıp döşeğimdeki sıcaklık daha tam soğumadan aynı surat ifadesiyle eve ulaşmak için koşarak okuldan uzaklaştım.

[eve geldiğimde pantolonun arka tarafı benek benek çamur olmuştu. nasıl oluyodu da yürürken ayakkabıdan sıçrayan su damlaları pantolona yapışıyordu hala çözemedim. sanırım bu da ergenlikle alakalı bi durum.]

hamiş: ne mutlu bana ki şu an hocanın adını bile hatırlamıyorum. şükür yüzü de çok az kaldı silinmek üzere. kafamda yer kaplayacak çapta biri değildi zaten.