29 Ekim 2014 Çarşamba

kırmızı pazartesi*


santiago nasar, kendi düşüncesine göre, kapalı yerdeki çiçeklerin kokusunun ölümle yakın bir ilişkisi olduğunu sık sık söylerdi.”




santiago nasar öldüğünde üzüldüm, hatta son sayfayı okurken üzülmeyi biraz abartıp gözlerime hakim olamadığım da söylenebilir. -oraya fazla girmiyoruz- bugünkü halimi görse bence nasar da üzülür, elini omzuma koyup, "üzülme kardeşim, her şey olacağına varır." derdi.
kimmiş bu nasar? kimin nesiymiş? dediğinizi duyar gibiyim.
biraz anlatayım..

gabriel garcia marquez'in okuduğum ilk romanı olan kırmızı pazartesi'nin bahtsız kahramanının adı santiago. nasar isminden de babasının kuzey afrika'dan kolombiya'ya göçen bir arap olduğunu anlıyoruz. romanı iki günde okuyup yazarın kısa ve öz, aynı zamanda akıcı ve çekici üslubunun büyüsünden bu satırları yazarken de kurtulamadığımı söyleyebilirim. hala okuduğum kitaplardan etkilenip bunun hakkında bir şeyler yazıyor olmak da beni ayrıca sevindirdi. -hatta mutlu bile oldum diyebilirim. nasar’a yeterince üzüldükten ve bunları yazmaya karar verdikten sonra-

içimde neredeyse kalmayan, üzerine su dökülüp tamamen söndürülmek üzere olan köze benzer yazma duygusunun üstüne kömür attıp yansın diye tüm nefesiyle üfürdüğü için rahmetli gabriel garcia marquez’e burdan teşekkür ediyorum. -toprağı bol olsun- hikayeden etkilenip bu yazıyı ve aşağıdaki şiir’i yazmama vesile olan kendisidir.
birazcık spoiler içerebilir ama bu, kitabı okumamanız için hiçbir şekilde bahane olamaz. olmasın.
okuyunuz okutturunuz.
üzülünüz, üzmeyiniz sayın okur.
buyurunuz.



“beni öldürdüler wene hala”
                  -santiago nasar

öldürüleceğini kendisinden başka herkesin bildiği
ve
kimsenin bir şey yap(a)madığı bir adamın hikayesi
arap bir babadan ve güney amerikalı bir anadan olma
kıvırcık saçı, yirmi yaşında
ölmeden önce bir saat uykuyla ayakta
hep ağaçlar görürdü rüyasında
ve annesi;
başkalarının rüyalarını yemekten önce aç karnına
anlatmaları koşuluyla doğru yorumlamakta
üstüne olamayan kadın
oğlunun gördüğü rüyada yok dedi hiçbir kötüuğursuz durum

“kader bizleri görünmez kılar” dedi savcı
birbirinden ayırt edilemeyecek kadar benzer ikiz kardeşler tarafından
evinin ve annesinin üç saniye önce kapattığı kapının önünde
arkadaşı onu başka yerde ararken
eski kasap bıçaklarıyla öldürüldü
üç gündür uyumayan ikizlerden ikincisi
-veya birinci olan-
“sanki iki kez uyanık olmak gibiydi”
diye anlatacaktı o günü,
yıllar sonra

santiago nasar’ı öldürdüler wene hala
neden öldürüldüğü hakkında hiçbir fikri olmadan.

28 Eylül 2014 Pazar

Bir Sınıfın Cenaze Töreni

İnanç, ne yalan ne de doğrudur. İnanç, düpedüz hakikattir. Hakikat ise senin hakkın olandır ve kimseyi inandırmaya hakkın yoktur. Bir kez gelmişse aklına hep orada kalır. Uğurladım sanırsın gitmez. Heves etmişsindir ve kalmıştır kursağında.

 “Ben bunun doğru olduğuna inanmıyorum!” diye haykırıyor adam.

Yıllardır çalıştığı okulda taht kurmuş hoca sandalyesinden sınıfa doğru inliyordu. Bir türlü anlayamadığı ve bu yüzden de tahammül edemediği o kıza ve başındaki örtüsüne bakarak. Kız tüm sınıfın fav.ladığı tweetlerin gezdiği eylemlerin geçtiği kafelerin üzerinden geçerek karşılıyor öğretim görevlisini.
“İlk aklınla değil gönlünle inanırsın. Aklın yetişemediği yerdir kalp. Çünkü inanç, bir müslümanı camiye götüren akıl hafızası ya da ayakları değil gönlüyle kanıtladığı vazifesidir.” Diyor kız, adama karşılık vermezcesine.  

Adam neye uğradığını şaşırarak gözden geçiriyor okuduğu kalın kitapları. Öyle demiyordur çünkü bilgi ona; Müslüman bilmez zırcahildir. Hacıyla hocayla uğraştığından kitap yüzü açmaz. Bütün her şey bizde var. Bizim yazdığımız ve okuduğumuz kitapta. Gerisini görmez ama yine da onlar kara yobazdır nerede ne yapacaklarını bilmezler at gözlükleriyle. Hem Müslüman mazlumdur. Hep itilir bilmez öyle laflar etmesini ki dirensin (!)

“Ve müslüman asla sabah beş yatsı on çalışan vazifeli bir memur değildir. Müslüman, yaşamına inanan ve inancını yaşayan ölümlü bir insandır.” Diye direnir kız her cümlenin hakkını vererek nefes aralarında. “Mesela bir memur gittiği her yerde vazifesini yapmaz. Memuriyeti yalnızca mesai saati içindedir.”

Sınıf, adamın gelmişini geçmişini sayıyordu içinden.
 “Bir ki üç”;

 Fakat müslümanın mesaisi kalu beladan başlar;

“Sıfır”

 Verdiği söz ancak ölümüyle tamamlanır. Ve insan nasıl yaşarsa öyle tamamlanacaktır.
Adam alt olduğu hissederken bir kez daha inkar eder saygınlığı üstüne; burası üniversite tabi herkes kendi görüşünü söylemeli, derken tersine dönüyordu tüm bildikleri.

Dünya, çocukluğunda duyduklarının hep tam tersidir aslında. Bu dünya da yarım bıraktığın her şey seni arkandan ağlatacaktır. Şimdi ağlayıp sızlanmadığın her günahın ve secdeden esirgediğin her anın yetim bir çocuğun gözü önündeki donatılmış sofradan esirgemiş gibi olacaktır.

Kızın söylediklerinin gerçeklik payı örtüsüne hayranlığını bir kat daha artırsa da kızın edebiyle gizlediği o bakışları arasında gizler kibrini.

Ve sonunda ders biter,
sınıf dağılır,
hoca bakar,
kız susar.

Fakat ne zaman her şeyi geriye almak, ait olduğun yere döndürmek istersen o zaman taşı gediğene oturtup o yola yetiştirileceksin. Bu yol ki bir rıza dışına çıkılmayan ve bu öyle bir çıkılmayan yol ki seni tüm yollardan koruyandır. 

Yanlış yoldayım demek doğru bildiklerinin üstüne asfalt dökmek kadar zordur. Bir hoca kalın kitaplar içinde bulduğu önyargılarını kolay aşamaz belki ama bir öğrenci okuduğu tek kitaptan sonra bütün tağutları yıkacak bir imana sahip olabilir.



18 Eylül 2014 Perşembe

Gurbete Gidecek Üniversite Öğrencisine Bazı Öğütler


Diferansiyelden, fizikten, calculus'tan
umudum kesik değil diye
kopye çekmeyip de
kalırsan sınıfta,
okursan on yıl, on beş yıl
Daha da okuyacağından başka,
‘bakaydım kağıdın ucundan
Bir dürbün gibi keşke’’
Demiyeceksin,
Belki bahtiyarlık değildir artık,
Boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat
Bir gün fazla okumak.

Gurbette bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Altıncı senende birinci sınıf dersi almak gibi.
Fakat öbür tarafın
İşsiz mezunların kalabalığına
Öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin okulda,
Doksanüç alan kpss ile atanamasa.
Gurbette mail beklemek,
Yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü laptopa dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.

Finalden finale yüzüne bak,
Unut agno'nu
Koru kendini kötü hocadan,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de makarnayı
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
AA beklediğin büt, kalmış gibi gelir,
gurbetteki adama.
gurbette kebabı, köfteyi düşünmek fena,
makarnayı, yumurtayı düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden kopye çekmeyi,
Bir de sörfü tavsiye ederim sana,
Bir de batak öğrenmeyi.
Yani üniversitede onyıl, on beş yıl,
Daha da fazla hatta
Geçirilmez değil,
Geçirilir,
Kesilmesin yeter ki
burslar, KYK'nın verdiği ufak gelir!

*N.Hikmet Ran'ın şiirinden şey edilmiştir.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Dünyada küsen her çocuk kadar haklıdır gazze

Dünyada zulüm var!
Filistin'de heves etmiş delikanlılar, mutlu son bekleyen genç kız hayalleri, namuslar,incitilmiş ve kimsesiz yürekler topraklar, anneler, çocuklar, aileler işgal olurken ülkemizde "ben işimi sağlama alayım"cı zihinler; batıda ise vicdanını yitirmiş insanlık...

Yaşadığımız ülkenin lideri, İslamın dünyadaki sesi diye anılırken sözlerinin bir ses sanatçısının kınamasından öte gidememesi ve sürekli konuyu sidik yarışına dönüştürüp okyanus ötelerinde amerikanın kucağındaki adamdan medet ummasını eleştirmek elbette siyasiden önce vicdani bir farktır.

Geçenlerde misafir gelen bi çocukla epey oynadık. Ben çocukları çok severim. O da beni sevdi. Derken biraz yorulduk ben içeride otururken o da benim kitaplarımı almış önüne bi güzel yırtmış. Tabi ben sinirlendim ama pek bişey diyemedim ne de olsa çocuk... Fakat annesi benim kadar iyi niyetli olmadı. Annesi bunu az biraz fırçalarken ben müdahale edemezdim tabi ama bana öyle bi baktı ki o küçücük yüreğinin kırıldığını öyle hissettim ki o an yerin dibine geçmek istedim. Ve sonra gidene kadar benimle konuşmadı. Bi köşe de oturup sürekli sustu. Gözleri hep dolu dolu ve kırgın şekilde izledi.
Çocuklar anlar. Derler ya hep öyleymiş gerçekten. Ama bende anladım bi çocuğun gönlünü kırmanın ne demek olduğunu. Ellerinin ve kalbinin küçüklüğüne rağmen gözlerinin ve gönlünün derinliğini suskunluğuyla anlattı bana.
Şimdi oradaki hangi zulmün ya da masum bir çocuğun kanlar içindeki fotoğrafını paylaşsam bi fotoroman olarak kalacak.
Oysa kalmasın öyle burada okunup kalmasın bu yazı ve gazzeli çocukların gözlerinde yaş kalmasın artık.
Sesimizi yükseltelim, bi şeyler yapalım. Meydanlarda "Kahrolsun Siyonizm ve ona boyun eğenler" diye bağıralım. Ya da onları desteklemeyen yönetimleri desteklemeyelim ve bi etrafımıza bakalım kim icraata geçmiş kim yine kınamış.
Ve en çok da onları hep hatırlayalım çünkü biz unuttukça devam edecek;
dualarımızda, boykotlarımız da, harçlıklarımız da, hıçkırıklarımız da...

15 Temmuz 2014 Salı

Gazze’de Bebekler Ölür Biz Yine Yaşarız

Gazze’de bebekler ölür biz yine yaşarız. Utanmadan yaşarız. Hala bir işimiz olmadığına dertleniriz. Neden daha konforlu yaşayamadığımıza. Güzelleşmeyi düşünürüz, eşe dosta şık görünmeyi. Aman bir ayakkabı daha alsam ne olur'u düşünürüz.

Gazze’de bebekler ölür, biz üç kuruşluk aşk acısı çekeriz. Ah kalbimiz ne çok incinir. Beyaz atlı prensler düşünürüz. Seksi bedenli doku torbası kadın bedenleri düzmeyi, ıslak erkek rüyalarda. Ah aşk düşünürüz biz, meşk düşünürüz malayani malayani.

Gazze’de bebekler ölür tivitırda İsrail’e bok atarız ancak. Elimizdeki Coca Colalarla bok atarız ancak. Kafam kırılsın hala Coca Cola içeriz. Nestle hala çikolata pazarının çeyreğine sahip olur bu ülkede.

Gazze’de dünyanın kendilerinin yüzü suyu hürmetine yaratıldığına inanan(!) kendinden olmayan tüm insan kardeşlerini “gom” olarak gören, ruhları kin ve kibirle hastalanmış, şeytan kibrini din saymış, bebekleri ve kadınları öldürecek kadar kalpleri kin bağlamış bu insandoğmuşlar Kudüs’e Cennet Krallığı kurmayı düşünür. Hayır, Cehennem Krallığı.

Gazze’de bebekler ölür, gerizekalı gerizekalı cümleler düzeriz peş peşe. Elimizden bi bok gelmiyor bari oturduğumuz yerden küfredelim'i seçeriz suçlu suçlu. Ne de olsa “kalben buğz ediniz” hadisi var ya, bir o hadisle sünnetini yaşayalım zaten Muhammed’in.

Gazze’de bebekler ölür ve doğmuş olmaktan başka meziyeti olmayan bu sefil bedenim, mazlum kaderim, güçsüz kollarım, kırılmış kalbim, öfkeli ruhum, öfkeli ruhum, öfkeli ruhum, milyon kere öfkeli ruhum koltuk üzerinde kendini yiyip bitirir boş yere.

Kendimi, tüm mazlumların sefilliğini ve bu lanet olasıca mazlum karakteri sana şikâyet ediyorum Müntekim. Sana halimizi şikâyet ediyorum. Güçsüzlüğümüzü ve nefret ettiğim mazlumluğumuzu.

Mazlumluktan nefret ediyorum. Müntekim istiyorum, Müntekim istiyorum. Sadece Müslümanlar için değil, tüm dünya mazlumları için Müntekim istiyorum.

Gazze’de bebekler ölmesin ve Gazze’de tüm insanlık zalime karşı Müntekim olsun. Artık yenilmesin. Nolur yenilmesin. Kahretsin, nolur yenilmesin.

1 Temmuz 2014 Salı

pencüsi

bilmiyorum. harakiri yapmamalıyım. çünkü, cesedimi bulamayabilirler. hatta haberleri bile olmayabilir harakirimden insanların. haberleri olmalı mı? bilmiyorum.
harakiri yapmamalıyım. çünkü kevser suyundan kana kana içemeyebiliriz. üç yudumda mı içmem gerekir? bilmiyorum.
harakiri yapmamalıyım. çünkü bütünlemesi açıklanmayan sınavlar var henüz. belki elliyle geçersem, mutluluk hormonu salgılar pigmentlerim. mutlu olmak mecburi midir? bilemiyorum.
harakiri yaparsam eğer, ıssız bir adaya gittiğimi ve orada keyif sürdüğümü zannedebilir komşularım. ıssız bir ada ve keyif? sanmıyorum.
harakiri yapmamalıyım. çünkü harakiri yaparsam, deli hükmü giyerim ve ancak o şekilde islami usullere göre defnedilir cesedim. delirmemek elde mi? bilemiyorum. harakiri yapmamalıyım.
harakiri yapmamalıyım. çünkü korkarım, yüksekten ve boğulmaktan. anladım sanırım.
neden harakiri yapaydım ki? bir banka soymak veya bir mafyaya tükürüp beyne yenilen kurşunla özkütlemi artırmak varken?
biliyorum. gerçekten biliyor muyum bilmiyorum.

4 Haziran 2014 Çarşamba

İçimde Mümin Betimler Var

Akşam karası, gök gürlemesi ve Kocatepe'nin balkonları. Akşam ezanı okunmamış ve lambalar yanmamış henüz. Sarı ışık loşluğu ve hoşluğunda ortam, yazdım ki yandı şimdi lambalar. Ve gök gürlüyor iyice. Şimdi de 'toplanma yerine' Mikail'in bağırışları düşüyor.

Keşke fırtına çıksa. İkindi yağmuruna zaten tutuldum, paçalarım zaten çamurlu, üstüm başım da helak olsa. Beş liraya aldığım naylon şemsiyem dağılsa. Helak olsa. Helak olsa.

Caddeler kalabalık, burası ıssız. İçim kalabalık, dışım sessiz. Belki de biraz expresyonist olmalıyım.

Aylardır buradayım ve ilk kez bir ezan vakti bekliyorum. Beklemek bana göre değil oysa. Son an'a yetişmek, koşar adım yetişmek benimkisi.

Lambalar sönsün. Yağmur delileşsin ve fırtına çıksın. Bu bozkır yanıklığına bir fırtına vursun. Öyle kuru kuru durmasın fırtına çıksın. Fırtına çıksın.

Fırtına çıkarsa gök expresyonist davranmayı başarıyor demektir. Ve şimdi yağmur sesleri. Sağanağa dönüşmüş yağmur sesleri.

Güzellikleri de yaratan zatına hamd olsun.

29 Mayıs 2014 Perşembe

Karanlık


Karanlığı özledim bir gece.
Endişeden dikilmiş elbisem üzerimde
Yürüdüm, nereye baksam
Hüzünlü gözleriyle karşılaştım dünyanın.
Dünya bir ayna değilse;
Kömür rengi cenazeler, yerin altındaki adamlar,
Yalanlar, nükleer santraller, kürtajlar
İşkenceler, iftiralar, katliamlar,
Hepsi gerçek.


Yürüdüm, dünya gözlerimde
Soru sormak hakkımı düşürmüşüm cebimden,
Aklımdan trenler trenler
trenler dolusu kelime geçiyor da
Varmıyorlar dilime
Bu yüzden kuşların kanatlarına sakladım dertlerimi
Gece bitmeden
Ruhların seferine bir bilet de ben istedim.

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Vampirin Vicdanı



 Ben Özden Vampir. Atalarımdan bana miras kalan sermaye ile Türkiye'nin Soma isimli herhangi bir yerinde kömür madeni işletiyorum. Soyadıma baktığınızda Dracula soyundan geldiğim besbelli değil mi? Sülalecek pek severiz çaresiz işçilerin kanını emmeyi. Büyük dedem kan fazlalığından ölen tek insandır mesela. Çoğu insan kan kaybından ölürken, kendisi tıp alemine dahi ana-avrat  sövdürtecek soylu bir ölümle aramızdan ayrıldı.
Yalnız hanedanımızın bu aralar işçi kanıyla başı dertte. Zamanında kana kana içtiğimiz işçi kanları şimdi oluk oluk akarak hepimizi boğmak üzere. Onlarca yıldır süregelen bu sermaye verasetimizde atalarım zenginliğin tadını çıkarırken bu lüksün diyetini bana ödetmeyi uygun görmüş alemlerin rabb
i. Tamda koltuğumu başkalarına devrediyorum derken; bir anda yakamı iki cihanda da bir araya getirtmeyecek eller yakaladı.
 Evet, madende işler yolunda gitmedi ve üç yüz bir işçi sanki aralarında anlaşmış gibi, sanki güç birliği yapmış gibi, sanki hepsi bir araya toplanıp dev bir Muhammed Ali Cley oluşturarak itibarımı ve servetimi öldüresiye yumruklarcasına zehirlenerek öldüler. kader, şahımı yeyip mat etmek için son bir hamle bekler gibi pis pis sırıtıyor. şimdi yönetim ekibimizle birlikte mat olmaktan kurtulmak için kara kara düşünüyoruz. önceleri:  " aman canım iş kazası maden işinin fıtratında var. Olur böyle şeyler." deyip kurtulalım dedik ama nasıl olsa toplumda kabul görmüş bir soydaşım bu açıklamayı yapar diye hiç o toplara girmedik.
 Vicdanla tanışmam pek geç oldu. Bugün işçilerden birinin annesi karşıma dikildi. " bir ayağı çukurda " deyiminin canlı örneği sayılırdı ki; topallayarak zor bela gelmişti yanıma. Bana ettiği laflar, sanki içimde kuluçka dönemini tamamlamış bir canavar yavrusu gibi kabuğundan fırlayıp içimi paramparça etmişti. " Oğlumun vasiyetiymiş; kurtulan arkadaşı söyledi. Çok susamış Mustafa'm içerde. -Anam herkese su dağıtsın- demiş. Buyur evladım." deyip elime bir metal bardakta tutuşturduğu suyu, içimde madendekinden daha hararetli başlayan yangını söndürmek için gayriihtiyari içmek zorunda kaldım.
 Daha önce görmediğim bir varlıktan sopa yememiştim.
Daha önce görmediğim bir varlık içimde, haram lokmalarla dolu olan bağırsaklarımı boynuma dolayıp canıma kast etmemişti.
Daha önce görmediğim bir varlık şehadetimi isteyen bir cellat gibi tepeme baltasıyla dikilmemişti.
Daha önce görmediğim bir varlıkla sırat köprüsünde ölüm mücadelesine kapışmamıştım.
 Geleneklerimize göre böylesine savunmasız kalamazdı hiçbir vampir. Varlık içindeki hayatımı bir sonraki vampire devretmek üzereyken ismi "Vicdan" olan ve ruhumun derinliklerinde ikamet eden genç bir düşmana sahip olmuştum.
 Bu yaşımdan sonra karşımdaki kocakarının bir ayağı çukurdayken, onun bir sözüyle benim iki ayağım çukura girmiş hatta boğazıma kadar b.ka batmıştım. Vicdanımın karası kömürden gelmediği gibi kocakarının bir tas suyuyla da aklanmazdı elbette...

27 Mart 2014 Perşembe

ÖLÜ GELİN

Uçurtmamı rüzgar yırttı dostlarım
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
Şair bu dizelerde bize yaşadığını o kadar yalın bir dille ve tam yüreğimizi tutuşturarak anlatmıştır ki; bir harfe daha ihtiyaç yoktur. Şairler kelime büyücüleri. Mistik bir dünyanın tozlu odalarında tuşların başında, sigara dumanıyla arkadaş, pencereden esen, gelin duvağından kopan rüzgarın kağıtları uçuşturduğu bir oda. bir şair. çokça yalnızlık ve bir ölüm.İnsan çokça yaşam ve bir ölümden oluştuğu kadar çokça yalnızlık ve bir ölümden de oluşur. Yalnızlıkmış yazamamanın çaresi. İçine kapanınca,kalbine dönünce bir derviş gibi, orda atan kalpten 'Allah' nidasını duymak gibi yazmaya başlamak, kalptekilerin parmak ucuna,oradan sayfalara aktarımı.
 İnsan dediğimiz eşrefi mahlukat için önemli bir meseledir anlaşılmak.Dili döndüğünce derdini anlatmak isteği,sevdiklerini de bildiklerine ortak etme isteği hep göklerden gelen bir yansımadır özünde. Rab bilinmeyi murad etti ve Adem'i yarattı. İnsan da O'nun cüz'ü miktarınca  bilinmeyi istiyor, anlaşılmak,benimsenmek  ve sevilmek istiyor.
Cüz ve küll Şeyh-i Ekber'in ifadesiyle Adem küll idi. Havva ondan yaratıldı.Ademin cüz'ü idi Havva.  Küll cüz'e muhabbet besledi. Cüz'ün ana vatanıydı küll. Adem Havva'nın vatanı idi. Hep bir özlem vardı anayurduna. Kavuşunca tamam oldu. Tıpkı kulun Rabb'ine kavuşacağı gün gibi. Din gününün sahibine. Din günü, kavuşma günü,kıyamet günü. Kimi demiş 'Şeb'i aruz'. Düğün günü. 
'Aşıklar ölmez ölen hayvan imiş'  bir belediye otobüsünde rastlaştık bu cümleyle. bomboş otobüste geldi bana çarptı, defalarca çarptı, sarstı beni, aşağı attı otobüsten, koşturdu peşimden taa ki uzunca bir duvarın arkasına sığınana kadar. Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz farkında olmazsınız.(Bakara 154)   ayeti çınladı kulaklarımda. Kim ölü? Kim diri? Ölü Gelin. 
  

23 Mart 2014 Pazar

Ne Çok Gothe Var !

        Cahit Zarifoğlu bir kitabında Alman yazar Gothe'nin acılarından bahsediyordu. Bu acılı yazar Zarif adama bıraktığı tesir kadar olmasa da bana da ilham oldu.
      Goethe gençlik yıllarında bir kadına aşık olur. Fakat bu aşkın önünde engeller vardır.Genç Goethe bu aşk acıları ile kıvranarak canına kıyma noktasına gelir. İşte bu an da  imdadına "sanat eseri" yetişir. Oturur sevgilisi Şarlot'un karşısına, tıpkı kendi hayatında olduğu gibi, kendini temsilen Werter'i koyar ve "Genç Werter'in Acıları" isimli eserini yazar. Eserin sonunda Werter beynine bir kurşun sıkarak intihar eder. Kafatası parçalanır. Beyni etrafa saçılır. 
  Goethe durur; yaşıyordur. Werter'in acılarını okur. İntihar edince başına gelebilecekleri anlar. Sonrası olmadığını ve ne kadar boş bir şey yaptığını fark eder. Vazgeçer canına kıymaktan. Ve uzun yıllar yaşayarak, ortaya peş peşe koyduğu eserlerle Alman edebiyatında önemli adam olur.
     Duygularımız ambalajı açılmamış nimetler gibidir. Onları açıp yemek de israf etmek de bizim elimizdedir. Lakin işin öyle bir yanı var ki , bu durumu bir mal olmaktan alıkoymaz. Çünkü ambalajı açıldıktan sonra hiç bir alıcı tarafı olmaz.Geri dönüşüm çöplüğünde "kağıt" kısmına gitmekten başka çaresi de kalmaz. Tıpkı çoğu duygularımızı döktüğümüz kağıtları yırtıp attığımız gibi...
Cahit Zarifoğlu da yazısına "Bunlara fazla bir itirazımız yoktur." diye devam eder ve şöyle bitirir.
"Werter'i yazarak canını kurtaran Goethe, onunla birçok gencin hayata veda etmesine yol açtı. Büyük zeka... Ama kendi egoizmi içinde, başkalarının hayatını hiçe sayışı ile ne kadar cüce..."