10 Ocak 2012 Salı

Redâet neydi?



... post-modern algılamada, belirli çerçeve içinde, olayları değerlendirmek gibi bir hastalık vardır.
gelişen sorunlara yönelik geliştirilmeye çalışılan çözüm önerileri hep bu çerçeve içinde kalır, dışarıya taşmaz, taşırılmaz, taşırılamaz.
zira bu algı, mevcut yönetimin sorunlarına mevcut yönetimin ihtiyaçları doğrultusunda her türlü cevabı vermeye zaten muktedirdir.
eğer mevcut çözüm önerileriyle çözülemeyen bir sorunla karşılaştığı düşünülürse, sorunun aynileştirilmesiyle soruna yeni bir kimlik kazandırılır ve sorun mevcut çözüm önerilerinin çözebileceği hale getirilir.
bu, sorunun tamamiyle çözülmesini sağlamasa bile halihazırda "iş"e vereceği zararları minimalize eder, sorunu erteler, unutturur, ya da başka sorunlarla perdeler.
bu çözümsüzlük ise her zaman mevcut yönetimin işine gelir, çünkü çözümsüzlüğe doğru yönlendirmeleri hep onlar yapar.
rezilet, kadîm bir kavram olması nedeniyle bugünkü meselelerin çözümüne yönelik girişimlerin temel dürtüsü olsa da yaşadığı anlam kaymalarından ötürü işlevselliğini kaybetmiştir.
rezilet; kabaca, azlık ve çokluk olarak tabir edilebilecek her türlü aşırılığın verdiği zararla ortaya çıkan bir haldir. 
anlamca olumlusu "itidâl"dir.
itidâl ise yine kabaca orta yol manasına gelir.
basitçe açıklamak gerekirse kişinin anoreksik olacak kadar az yemesi de obez olacak kadar çok yemesi de rezilettir.bunun orta yolu, doyacak kadar yemektir.
bu azlık ve çokluk sorununu kişisel düzeyde çözebileceğiniz gibi toplumsal düzenlemelerle kitlesel olarak da çözmeniz imkan dahilindedir.
bir kimsenin, normalde yemek olmayan bir şeyi (misalen toprağı) yemesini ise rezilet kavramından yola çıkarak çözemezsiniz.
doyacak kadar toprak yemesini öngörmeniz sorunu ne kişisel düzlemde ne toplumsal düzlemde anlamış olduğunuzu gösterir.
işte kâdim kültür azlık-çokluk kartelasında çözemediği problemler için bir kavrama daha sahiptir.
buna da redâet derler ki kabaca sapkınlık, sapıklık olarak tanımlanır.
bu kavram yukarıdaki örnekte görüleceği üzere toprağın az ya da çok yenmesini bir sorun olarak kabul etmez, toprağın yenmesini sorun olarak kabul eder.
çözüm olarak da toprağın yenmemesini sunar.

***

"kendi halkına zulmeden diktatörler" coğrafyasında yaşayan bizler bir sorun olduğunun farkında olsak bile anlam kaymaları nedeniyle çözümle ilgili bir fikir edinebilmiş değiliz.
halbuki dünya deveranı adına en basit ve en etkileyici çözümlere sahip olmamız gerekirken buna sahip değiliz.
zira biz artık o eski biz değiliz.
yıllardır yanıbaşımızda yaşayan insanların bir sorunları vardıysa bile mesele bizim gündemimize onbinlerce kilometre uzaktaki insanların gündemine girdikten sonra girebilmiştir.
bu gecikme nedeniyle de basit insanların aceleciliğinde bir takım kararlar almaya çalışmış ve post-modern algıların dışına çıkamayıp uygulanan politikalara destek vermek durumunda kalmışız.
işte tam da burda aklımıza takılan tek şey, bu desteğin az mı, yoksa çok mu olacağı?
zira redâet nedir duymadık bile...

2 yorum:

  1. "Do not mistake your objection to defeat for an objection to fighting, your objection to being a slave for an objection to slavery, your objection to not being as rich as your neighbor for an objection to poverty. The cowardly, the insubordinate, and the envious share your objections." (Bernard Shaw, Man and Superman)

    naçizane çevirim: "savaşla mücadele edeceğine yenilmemeye çalışarak, kölelikle mücadele edeceğine köle olmamaya çalışarak ve yoksullukla mücadele edeceğine zenginlikte komşusundan geri kalmamaya çalışarak mücadeleni yanlışa sevk etme."

    YanıtlaSil
  2. sağolasın abi...
    tam yerini bulmuş bu alıntı...

    YanıtlaSil

isminizi ya da mahlasınızı belirtmediğiniz sürece yorumlarınızın yayınlanmama ihtimali vardır.