3 Ocak 2012 Salı

Vav'ın Elif'i mi Elif'in Vav'ı mı?

Bu gün farklı olucaktı zaar rüya falan yoktu geceden demlenmiş kenarda köşede. Saçları yağlanmış ve şofben bozulmuştu. Artık topraklanmamış evin topraklanmamış prizine yakın lavabosu ellerindeki yaralardan sarsamayacaktı Elif’i. Söyledik bir kere şofbenin bozuk olduğunu. Atan sigorta sigortasını gevşetmişti şakaklarının zira buzdolabındaki küflü ‘gıdalar’ artık günahsız çöpe gidebilirdi. Dün bitirdiği siyah degaje elbiseden nasiplenmesine dakikalar kala zil çaldı. Gelen kat görevlisi Zişan Bey’di ve arkasında siyah bir gölge. Zişan Bey’e, dakikalar sonra kaderini değiştiren adama dün kazandığının dörtte üç buçuğunu verdi ve ardındaki gölgeye buzdolabında kalanları. Oldum olası sevmezdi çöp poşetlerini hem neden mor değillerdi ki. Ped poşetleri mor oluyordu da niçin çöp poşetleri hep siyahtı, midesi bulandı. Elinde kalanı hırkasının sol cebine anahtarını sağ cebine atıp, kapı kitlemek adeti değildi merdivenleri koşar adım indi. Bir yere yetişmek için acele etmek en sevdiği şeydi ve bakkala gidiyordu, hayati bir şeydi bu sonuçta. Hem kendini değil umursamadığı apartman sakin!lerini kandırıyordu. Sokakta yürürken en sevdiği şey insan boyunun iki katı hızasında cadde ışıklarına yerleştirilmiş pembe -cinsini bilmediği- çiçekleri izlemekti. Ne kadar yolu olduğunu bilmiyor, adımlarını saymıyordu. Kütt! Ayakkabısı lağım üzerine kapatılmış parmaklıklara takıldı ve topuğunu belediye görevlilerine emanet ederken –bakışları artık yeryüzüne inmişti- bakkala hanidir gelmiş olduğunu fark etti. Tam karşıya geçecekti ki bakkaldan degaje elbisenin parasının üzerine bir gram bahşiş koymayan Fransız şapkalı kadın çıkıverdi. Kadının bakkalda ne yaptığına takılmadan ki sabah sabah çok şeye takılmıştı zaten diğer sokağa saptı. Sokakta gönül eğlendireceği bir tek pembe çiçek yoktu, onun yerine 3 orta boy çocuk ortada sıçan oynuyordu. Ayaklarının ucuna gelen çamurdan renk değiştirmiş sarı topu alıp oyuna katıldı. Top atarken sorun çıkarmayan ayakkabıları, Elif sıçan olduğunda yeterince iyi manevra yapmasına engel oluyordu. Filmlerdeki gibi diğer topuğu da kırmaya çalıştı, kaldırıma vurdu, çocukların birinden çekiç bile istedi ama nafile. Oyunu bırakması gerektiğini anladı ki reflusu azmaya başlamıştı. Cebinden 1 milyoncudan aldığı ıslak mendili çıkarıp ellerini yüzün sildi. Mendilde yalnızca çamur izi bulmak hoşuna gitmişti zira orada kırmızı bir ruj pembe allıklar siyah bir far lacivert bir rumel de olabilirdi. Yolda başını dik tutabileceği bir sebep bulamadığı için en yakın bakkala girdi bir ekmek 100 gram zeytin istedi. Zeytini hayran kaldığı bir el çabukluğuyla poşetleyen adama bakakaldı ve sessizce dükkândan ayrıldı. Sokağın tam yüzünü temizlediği noktasını bulmaya çalıştı lakin çocuklar oyunu bırakmış ve o da sokaktaki hiçbir ayrıntıya dikkat etmemişti. Yağmur yağmaya başlamış ve saçları artık anlamlı bir yapışıklık içerisindeydi. Yağmurun sinmesi için hemen davranıp bir saçağın altına sığındı. Fakat yerdeki ne idüğü belirsiz su birikintisine düşen damlacıklar eteğinin uçlarını ıslatıyordu. Saçağın gölgesine sığınan merdivenlere tırmandı, 3 basamak kafi idi yağmurdan kaçmak için. Derken boyasız evin penceresindeki sarı ayçiçeklerine gözü ilişti. Pembeye aşina gözleri sarının doğallığı karşısında afalladı. Ay çiçeğini neden sarı yapmıştı yapan, beyaz neden değildi acaba diye düşünürken içeriden saçı sakalı birbirine karışmış birininkine benzeyen bir uğultu işitti.
- Aya aşkından sararıp solmuş. Aşk derdinden kemale ermiş bir bilge ayın ışığının güneşten geldiğini deyivermiş de gündüzleyin yüzünü güneşe çevirmiş. Öyle de güneşle çiçeğin çekirdek çocukları olmuş.
İçini hesapsız neşe kaplayan Elif başını göğe kaldırdığında gök kuşağı orada idi. O da katıldı sakallı bıyıkli tınıya ve tüm renkler ben de Elif’im bense güneşe aidim dedi. Elif gene aklında kesip biçtiği hikayeciklere bir yenisi eklendiği için gülümsedi. Güneş dedi, güzel şey, o olmadan yok dahası.
- Hiç de değil deyiverdi sakallı bıyıklı tını. Çöl, bilir misin çöl? Burada hava kararınca güneşi hayal eden dimağ orada gölgeye takılır. Güneş hem iyidir hem kötü, sıcakta, ateşte.

- Ateşiniz var mı?
Merdivende uyuyakalmış Elif Vav görmüşçesine boynunu büktü ve
- Ateş iyidir de kötüdür de.
Aldığı cevabı anlamayan uzun boylu geniş omuzlu koyu yeşil gözlü dalgalı saçlı adam sıcacık gülümsemesiyle kazağım sökülmüş yakmazsam bu gün başıma dert açar deyiverince,
- Elif Vav’a dönerek Gönül Yaranız var mı?
dedi.
- Gönül Yanıklarımı mı soruyorsunuz?

- Yok, gönül yarası dedim.

- Ben gönül yarasını filmden bilirim bir tek, Elif’imle sinemaya gitmişliğimizden. Ama benim gönül yaram yoktur.

- Elif nerde?
Başını pembe çiçekler hizasında kaldıran Vav orada diye semayı gösterdi.
- Peki ya gönül yanıkları?
Onlar da burada demiş göğüs kafesinin sağını tutarak. Yara ikiye ayrılır derin yaralar hafif yaralar ama yanığı kaça ayırırsan ayır gene de yanıktır bir gölge bırakır ruhta/tende. Gölgeler de serindir. Elif’imi ne zaman hatırlasam yağmur yağar, güneş açar, gök kuşaklanır.
- İsmim Elif.

- Benim de Vav.

Gönlünde Vav, sol cebinde bir milyoncudan aldığı peçete ve sağ cebinde evinin anahtarı o sokaktan her gün geçeceğine yeminler ederek açlık sebebiyle kendinden geçmesinden uyanan Elif kendine gelir ve bu sefer Vav’a özenerek kaldırımlara yöneltir başını, pembe çiçekler orada değillerdir zaten. Rüyasındaki adama aşık olanlar gibi beş parasız ve mutludur.

1 yorum:

  1. :) gülücük :)
    ağzım yayıldı gülmekten , şaşkınlıktan , mutluluktan ,, kapatamıorum ağzımı :) nie dir bilmem ama inan okdr mutluluk hormonu salgıladı ki bu yazı ben de bayıldım :) hala gülücük yüklüyüm :)
    bazı kelimeler okdr seni anlatıo ki bana , hikayeyi okurken vurgulaya vurgulaya okudum Bu kelimeleri : saçları yağlanmış, Zişan Bey, mor, topuk, nafile, çamur, ıslak mendil, *GÜNEŞ*, Elif-Vav, Gönül yarası, Beş parasız -MUTLU :):)
    Keyifli bir yazı olmuş :) teşekkürü bir borç bilerekten gönlüne kalemine sağlık diyorum :):)

    YanıtlaSil

isminizi ya da mahlasınızı belirtmediğiniz sürece yorumlarınızın yayınlanmama ihtimali vardır.