26 Şubat 2011 Cumartesi

Pergel

Bir kitap
Bir marul
Ve bir ayracım...
Eğlenmek için yeterli
İki hokkabaz ve Yılmaz'ım.
Cennette turlar atsın ama ağaçtan kaçsın
Korkak, rendesiz
Topkek ve yosun
Bir kaç dairenin bile
İlk sahibi pergel

Yanında bitmiyorum henüz
Hüzün de meful.
İkbal'in menemenine ekmeğimi banmıyorum.
Mimlediklerin arasında Charlie Chaplin
Beni zırt pırt dövsen de
Vazgeçmem kullanmaktan Dalin!

Tarifi zor,
Bildiriyorum.
Sana bulaşmak imkansız.
Bu meğil beni korkutuyor,
Mınçıkam olmadıkça.

Benim asıl düşüncem,
Sana bulaşınca olacaklardı.
Kötek ve terslikler...
Evet, hayır!
Bütün bunlar birer blöf,
Kurusıkı.
Aslında ne değildir biliyor musun
Beni tulumdan alı koyan?
Hiç dinlenmeyecek bir şarkının
nakaratı gibi çalman.

Birşey anladığınızı sanmıyorum. O yüzden tıklayınız

Sen-gel

Bir ketçap
Bir mantı
Ve bir kaşığım...
Dertlenmek için yeterli
Zümrüd-ü kankam ve sazım.
Taksimde turlar atsın, ama eylemden kaçsın
Korkak, cilvesiz
Erkek ve mecnun
Birkaç kelimenin bile
İlk harfi "sen"siz.

Atına bile binmiyorum henüz
Güzün de meçhul.
İkbale ermeden bineceğimi sanmıyorum.
İzlediklerin arasında Leyla ile Mecnun
Oturarak izlemeyi sevsen de
Yatarsın hemen yüzükoyun!

Tarihi zor,
Bilmiyorum.
Sana ulaşmak imkansız.
Bu değil beni korkutan,
Otobüse de zam gelmiş.

Benim asıl çekincem
Sana ulaşınca olacaklardı.
Makarna ve terslikler...
Hayır hayır!
Bütün bunlar birer zarar,
İsraf resmen.
Aslında nedir biliyor musun
Beni yolumdan alıkoyan ?
Senin hiç sonlanmayacak bir uykunun
Başlangıcı gibi olman.

Not; Hiçbir şey anlamadım diyorsanız tıklayın.

Nazıre

Yine sensiz/ kaç yüz baharı/ şahit tutacagim/ey güzeller güzeli,
Kaç yüz baharı/ eskitir sancısı/ hüküm sürerken/ sensizligin iklimi,
Şahit tutacagim/ hüküm sürerken/ cahiliye devri/ vakt-i ahirî,
Ey güzeller güzeli/ sensizligin iklimi/ vakt-i ahirî/ ya enbiyalar serveri

Engel

Bir mehtap,
Bir martı
Ve bir kaldırım...
Dertlenmek için yeterli,
Yalın adımlar ve bir nazım.
Akılda turlar atsın ama dilden kaçsın
Korkak, sessiz
Ürkek ve mahzun
Birkaç kelimenin bile
İlk harfi "sen"sin.

İsmini bilmiyorum henüz.
Yüzün de meçhul.
İkbal aşığı olduğunu sanıyorum
Dinlediklerin arasında Sinatra
New York sevgili gelse de
Aklın Bağdat'ta!

Tahlilin zor,
Biliyorum.
Sana ulaşmak imkansız.
Bu değil beni korkutan,
Asla da olmadı.

Benim asıl çekincem,
Sana ulaşınca olacaklardı.
Misal ve terslikler...
Hayır, hayır!
Bütün bunlar birer yalan,
Kandırmaca.
Aslında ne biliyor musun
Beni yolundan alıkoyan?
Senin
Hiç tamamlanamayacak bir şiirin
Son mısrası gibi olman.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Ve Şehadeti Koyduk Her Sabah Duamızın Başına


32 yıl önce bugün.
Cuma namazı öncesi bir imam hatipli giriyor odasına;
“Abi dışarıda ülkücüler var!”
Can dostu çıkıp bakıyor önce, hiç görmediği 25-30 kişi.
Durumu anlatıyor Metin’e,
Oysa her zamanki gibi, metanetli;
“Bunlara iyi bir ders vermek lazım”

Ve camiye giriyor Metin.
Hutbe okunuyor, namaz kılınıyor,
Can dostundan önce çıkıyor camiden,
Dışarda onu faşist bir ülkücünün beklediğinden habersiz.
Adının seslenildiğini duyunca dönüyor arkasına,
Kar yağıyor, hava soğuk.
Ona doğru yönelen silahı görünce,
Ellerini parkasının cebinden çıkartıyor,
Silahı olmadığını göstermek için.
Ellerini havaya kaldırıp sesleniyor;
“Gelin konuşalım!”

Bilemiyor Metin,
Cuma namazı çıkışı böyle alçakça vurulacağını kestiremiyor,
Üç el ateş ediyor faşist.
Etkisiz hale geldiğini görünce
25-30 kişilik faşist grup tekbir getirmeye başlıyor,
Sorgusuz sualsiz.
Ne yaptıklarının farkında değiller,
Cuma namazı çıkışı bir Müslüman genç öldürülüyor
Ve bunlar tekbir getiriyor sebepsiz…

Yere yığılırken izliyor onu can dostu
Tam o esnada bir ses arkasından;
“Ellerini havaya kaldır!” diyor, “Atrık Fatih ülkücülerin!”
Üzerini arıyorlar, o da silahsız.
Polis tam zamanında yetişiyor.

Zamanında mı ?
Beyninden vurulmuşa dönüyor,
Metin Yüksel’i hatırlıyor can dostu,
Koşarak yanına gidiyor,
Metin kanlar içinde.
Kollarına alarak taksiye bindiriyor can dostu onu,
Ve ne yazık ki son nefesini veriyor takside abimiz!
21’ine bile varamadan…

Ona değil, bize yazık!
“Şehadet bir çağrıdır nesillere ve çağlara!” diyen önderimiz,
Şehadete kavuşuyor elhamdülillah!
Bir adım daha yaklaşıyor insanlık zafere!
Şehadeti bizlere diriliş oluyor
Ölü bedeninin yerine binlerce beden peşinden gidiyor
Fikirlerini yaşatmak için!
Ardından nesiller kıyama duruyor,
Hakk’a kavuştuğu camide kılınıyor cenaze namazı,
Elli bin kişiyle…

Şimdi Metin Yüksel yok
Ama davası uğruna canını verecek binlerce metin var
Onun izinde giden, onun hasretini çeken.
Onun önderliğinde binlerce genç…
O, Allah’a verdiği söze sadık kaldı ve şehid oldu*
Yolun yolumuzdur ey Şehid!
Biz de şehitlik beklemekteyiz,
Hiçbir surette sözümüzü değiştirmemeye and içtik!



*Mü'minlerden öyle erler vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar ve şehid oldular... Kimileri de şehitlik beklemektedir... Onlar hiç bir surette sözlerini değiştirmemiştirler."

(Ahzab Suresi, 23)


Fıkıh ve tefsir alimi, ömrünü İslam’a vakfeden insan Molla Sadreddin’in oğlu, Fatih Akıncılar Derneği Başkanı Metin Yüksel; 23 Şubat 1979 yılında, 20 yaşında, Fatih Camii’nin avlusunda bir Cuma namazı çıkışı can dostu Mehmet Ali Tekin’in kollarında can veriyor. Katil zanlılarından Ali Bilir, o dönemin Ülkücü İşçiler Derneği başkanı idi. Diğer bir katil zanlısı olan İhsan Barutçu ise ülkücü olduğu halde liseye girebilmek için solculara “Ben Akıncılardanım” demekten çekinmeyen bir insan. Metin Yüksel’in can dostu ona bunu hatırlatınca; “Fatih artık ülkücülerin” cevabını vermiştir, yukarıda anlattığımız gibi.

Metin Yüksel’in şehid edenler şimdi bunun pişmanlığını yaşamaya devam etmektedirler. Kendileri de dahil, onları savunan hiç kimse kalmamıştır. Allah affetsin.

22 Şubat 2011 Salı

Sizi Nasıl Seveceğim ?

Efendim?
Ampulkafa diye bana mı seslendiniz?
Daha bir kez bile Akp’ye oy vermiş değilken?
Hatta üzerimden bir genel seçim bile geçmemişken.
Başımdaki bir metrekare beni ampulkafa yapmaya yetiyor, içinde ne olduğu kimin umurunda?
Sanıldığı gibi yazım ampulkafa yaftalamasının yapılmasına sebep olanlara kızmakla devam etmeyecek. Günümün çilesi devam ediyor.
Kurunun yanında yanmaktan yaka silkmiş biri olarak “kuru” olan kısma KIZGINLIĞIM.
“Endişesiz Müslüman”lara ya da “İslamcı”lara.
Nasıl bir din anlayışları var ki, ötekini içselleştirmek bir yana ötekini daha da ötekileştiriyorlar.
Öteki benim kardeşim, öteki benim sıra arkadaşım.
Sizin dinden anladığınız sadece “afyon”.
Koca İslam’dan afyonu alıp gerisini tükürmüşsünüz.
Üzgünüm beyler tükürdüğünüz kısım Kur’an’dı.
İnsanlık için yapılan bir şeye bile cihad süsü verip her şeyi mahvediyorsunuz. Arkanıza İslam’ı almadan hiç bir şey yapamazsınız çünkü.
İslam’ı aklınıza almak hiç aklınıza gelmedi sanırım.
Ya biz? Bizi nereye sığdırıyorsunuz?
Size hiç de katılmayan Müslümanları?
Biz hep neden siz yenilince “yenik” sayılıyoruz?
Ne demeliyim sıra arkadaşıma?
Ben de Müslümanım ama diye mi başlamalıyım cümlelerime siz oradan benim dinim adına konuşurken?
Ben size nasıl kardeşim diyeceğim? Nasıl seveceğim sizi?

( Katib-i Meçhul )

21 Şubat 2011 Pazartesi

Bu Malcolm'a Selamımdır!


Takvim bugünkü gibi
Sene 1965

Bir salon düşünün,
Dolu, dopdolu
Uğultular var salonda,
Meraklı, sabırsız insanların sesleri

Gözler,
Düşüncelerini güden Kardeş'i arıyor
Diller,
Slogan atmayı bekliyor

Malcolm henüz çıkmamış kürsüye,
Yakınları tereddütlü,
Malcolm olacakları biliyormuş gibi
Karısıyla vedalaşıyor, kararlı

Ve gözler bir noktada buluşuyor
Kürsüye çıkmakta olan Kardeş'te
Alkışlar kesilmiyor, herkes ayakta
Cılız bir ses duyuluyor 'Dady!'

Selam veriyor Malcolm,
Herkes susmuş
Diller tek bir sözde birleşiyor
'Aleykum selam!'

Birden arka sıralarda, bir gürültü kopuyor,
Bir kargaşa oluyor, bakışlar şaşkın
Malcolm sükuneti sağlamaya çalışıyor
Ama nafile.

Ve Malcolm , Harlem'in kızıl delikanlısı
Malcolm, insanlığın yüz akı
Müslümanların Malik el-Şahbaz'ı
16 kurşunla yerde 'Koca Mahkum'
Malcolm, şehadet getiriyor

Herkes hayret içinde, çığlıklar atılıyor
Söylenecek çok şey vardı,
Atılacak çok slogan
Gözler Malcolm'a ağlıyor

Bugün Malcolm yok,
Bir zamanların 'zenco'su Malcolm yok
O, şehit
Yolu kutlu, kanı bereketli bir şehit
Sokaklar emaneti
Sloganlar vasiyeti...


Şimdi susup, biraz Malcolm'a ağlasak,
Malcolm'u anlasak ya...

Umut Kırıntısı

Seversin birisini, belki de hep yanındadır; belki gülüşü alır seni bir yerlere götürür, bir irkilmeyle geri gelirsin, boğazın kurur, dilin dönmez olur, gözlerin düşer yerlere, yüzün ekşir, solar.
Bir sevdiğin vardır, sen ne kadar sevsen de seni sevmeyecek birisi, ve bunu ne kadar iyi bilsen de kandıramazsın kendini ve içinde hep bir umut kırıntısı vardır hep o umuda tutunursun batmamak için, o umut yakar seni parçalar ama çıkartıp atamazsın, korursun bir parçan gibi.
Bir sevdiğin vardır, belki de güzel gözleri vardır bakamadığın, korktuğun, kaçtığın, onsuz da yapamadığın ama hiç beklemediğin bir an bulur seni saklandığın yerden ve acıtır ta sol yanına kadar, ağlamak istersin o an hıçkıra hıçkıra yüreğinin yangınına yağmur gibi insin, söndürsün diye, tutarsın kendini o hiç bitmesini istemediğin acıyı tattıktan sonra, ama arı gibi gelir gider sızısı kalır.
Bir sevdiğin vardır, hiç kaybetmek istemediğin, kaybetmekten korktuğun, bulamadan sahiplendiğin, koruduğun, uğruna değerlilerini feda ettiğin, sevinince sevindiğin, kederlenince üzüldüğün....
Bir sevdiğin vardır bir umut kırıntısına tutunarak sevdiğin...

19 Şubat 2011 Cumartesi

Manifestom

İki kelime yan yana gelmiyor. Güya yazar olma hevesindesin.

Yazarlık senin neyine be aciz?

Neyi hakkıyla anlatıp şair olacaksın ki? Sahip çıkmayı beceremediğin Filistin'i mi anlatacaksın riyakâr satırlarında? Yoksa ezilenin hakkını mı savunacaksın süslü kelimelerinle?

Şairlik senin neyine be aciz?

Neyin karşısında duracaksın daha sistemin dişlisi olmayı reddedememişken? Kapitalin derdine düşmekten vazgeçemediğin halde ne hakla "ben eşitlikçiyim!" diyeceksin? Nasıl saf tutacaksın adaletin ve haakkın yanında, gönül terazinin şirazesi kaymışken? Şairlik senin neyine be aciz? Ün ve şöhretin, saygı ve hürmet budalalığının peşine düşmüşken neyin sanatçısı olacaksın? Daha doğru düzgün nefes alamazken, nasıl olup da kalem tutacaksın? Senin kendine özgü tek bir hareketin var mı ki? Daha sorumluluklarından kaçmamayı öğrenememişken nasıl "vicdanın sesi" olmayı arzulayacaksın?

Ah be fakir herif! Ah be dengesiz cambaz!

Yazarlık senin neyine be aciz?

Bayrak ile yatıp kalkınca dava adamı olunur mu sandın? Kıçını bilgisayar başından kaldırmayıp, sürekli "retweet" yaparak aktivist olunur diye kendini mi kandırdın? Devrimciliği sen de mi yanlış anladın? Gençlik hevesi midir devrimci olmak? İki slogan kapıp sokağa koşmak mıdır? Kitap okumak; mürekkep yalamak? Nasıl devrimci olunur, yol ve yordamdan haberin mi var? Düşünüp de söyleyebildiğin iki özgün kelime mi var?

Be hey gafil!

Nefis terbiyesi yapmadan otorite terbiye edilir mi hiç? Boş laftan sakınmadan fikir mi üretilir? Seni uyutanlardan vazgeçmedikçe, dünyayı boş vermedikçe ne yapabilirsin ki? Dünya telaşı uyutur, boş söz uyuşturur. Uyuyan insan düşünebilir mi? Fikir üretmeden, ortaya bir şey koymadan harekete geçilir mi sandın? "Bana iki farklı söz söyle" desem, cevap verebilecek misin sanki verebilir misin? Sus! Senden değil devrimci, değil yazar; insan bile olmaz.

Şimdi, bırak o kalemi, klavyeyi ve gidip biraz düşün. Devrime giden yola baş koymak; devrimci olmak istiyorsan, önce kendi nefsinde yap devrimini. Dilini malayani olandan arındırmadan, boş sözden sakınmadan; az yiyip az uyumadan, dünya ile meşguliyetini azaltmadan, düşünceye dalmadan, ortaya bir şey koymadan aksiyona geçmeye çalışma. Çünkü bunları yapmazsan kendini bilemezsin. Kendini bilmeden, nefsini uslandırmadan sabredemezsin. Sabredemezsen, işini sürdüremezsin ve devamı gelmeyen iş her zaman sana zarar verir.

Devrimde, devam esastır. Devam etmek için insanın iki şeye ihtiyacı vardır:

1) Sabır. Çünkü Franz Kafka der ki; "İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet'ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama belki de belli başlı sadece bir günahları var: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıktan ötürü geri dönemiyorlar."

“Günah”larından arın ve buna “sabırsızlık” ile başla.

2) Cesaret. Cesareti olmayan adam işe koyulamaz, koyulsa da yoluna çıkan engellerden çabucak usanır, onlara dayanamaz. Sabır cesaretin kardeşidir, ikisi birbirinden ayrılmazlar. Devrimin amacı ya otoriteyi terbiye etmektir, ya da onu devirmek... Ve bil ki sabırlı olmayan, cesaret sahibi olamaz. Nefsini terbiye etmeyense, sabredemez ve devrim yapamaz.

Çünkü nefsini ıslah etmemiş adamın otoriteyi terbiye etmeye cesareti olamaz.
Nefis putunu devirmeyenin, otoriteyi devirmeye cesareti olmaz!
Asla unutma: Cesareti olmayan insan, sabırlı davranmayan insan, özüne vâkıf olamaz; özünü bilmeyen, kendini tanımayan insan da devrim yapamaz, devrimci olamaz!

16 Şubat 2011 Çarşamba

Çekilip Bir Köşeye Beraber

Sevgilim;
Çekilip bir köşeye beraber 40'lara varalım mı ?
Hem bi çay demler iki lafın belini kırarız.

Gelecek planlarımızdan bahsederiz
Öyle 60-70 sene sonraki değil,
Fazla ileri gitmeye gerek yok
10 yıl sonra nerede olacağımıza dair hayaller kurarız,
Ölümü unuttuk ya nasılsa.

Aynen böyle devam ederiz
Sonsuz bir hayatımız varmış gibi,
O'nsuz yaşarız.
O'nu bırakır birbirimize aşık oluruz sevgilim
Hatta haddimizi aşarız, daha ileri gideriz.
Ölüm yokmuş gibi yapıyorduk ya zaten.

Ama yine de ölüm aklımıza gelir belki sevgilim
Sahi anneler neden hep erken ölür mesela ?
En çok onlar farkındadır belki,
Ölümün uykudan uyanış olduğundan.
Bize kahvaltı hazırlamak için erken uyanıyorlardır.

Ölüm demişken sevgilim;
Çaylar n'oldu ?
- Ne zaman ölümden bahis açılsa laf karıştırırım da -

Sevgilim;
Çekilip bir köşeye beraber 40'lara varalım mı ?
Hem hangimizin daha çok sevdiğini sınarız.

Ben senin elini tutmak isterim;
- Ver elini, senin için günaha girerim.
Sen de elini uzatırsın;
- Al, ben de senin için.
Sonra İblis çeker gider yanımızdan;
- Bana ihtiyaçları yok bunların.

Ah! Bir de ahiret vardı değil mi? Sevgilim,
Beni cehenneme atarlarken;
- Onu atmayın beni atın!
Diyebilir misin ?
Ben de diyemem.
Anneler de diyemezmiş.
Ama tehlikeyi haber vermek için erken ölüyorlardır belki.

Sevgilim;
Çekilip bir köşeye beraber 40'lara varalım mı ?
Sorarlarsa "ciddi düşünüyoruz" deriz.

Ölümü de unuttuk nasıl olsa,.
Hem ölsek ne olacak ki ?
Ahirette de rastlaşırız belki.
Sen beni uzaktan çağırırsın;
- Ateş çok güzel, gelsene!


Anneciğim;
Sevgilim için yine seni üzdüm.
Ama;
Gül reçeli yerken ben,
Ağzımda gül parçacıkları gıcırdıyor.
İşte o zaman ben seni,
Çok özlüyorum.

Not; İroniden anlamayan nesle aşina değiliz.

Ek;
Sevgili dediğin insan İblis görevi yapıyorsa azizim,
Hazırlan, seni bekliyor olacak ekvatoral iklim.

15 Şubat 2011 Salı

Toprak ve Portakal

Az önce elimde bir portakal vardı, önce bir baktım turuncu renkli (hadi ya bizde orange diyeceğini falan sandık) pütürlü bir kabuğu var gibi. Sapından bir şapka kestim ve altı cızık attım teker teker soydum, ortasındaki lifi cıkardım ve ortadan ayırdım. Suları falan fışkırdı, yemeye hazırdı ama yemeden önce şöyle bir daha baktım. Dilimlememe gerek yok, zaten dilimlenmiş ve bana ulasıncaya kadar albenisi fazla olan bir ambalajla kaplanmış. Hem de kolay soyuluyor. Allah allah dedim bir de tadına bakayım. Ve her zamanki başladığım altındaki tomurcuktan başladım yemeye. Tadı o kadar güzel ki, ne şekeri fazla ne ekşisi, sulu sulu. Daha sonra dilimin birini ortasında ısırdım, ısıdığım zaman farkettim ki her dilimde de küçük küçük kesecikler, içi şerbet soğuk soğuk. Sonra düşündüm, toprak ve suyu bir şuursuz ağacın eliyle cennet ala bu meyve suretinde bana sunduğu için Allah'a sonsuz teşekkür ettim...

Her baktığımız yerde O'nun varlığına bir kanıt olduğunu unutmayalım, şükredelim.

Üçleme

Bildiğimiz üzere İslam'a göre üçlemek (salavatlaşırken vs.) sünnettir.

Faça atan arkadaşlara ufak bi öneri; her faça attığınızda üç tane atın da, günah işlerken bi yandan da sünnet işleyin.
Hergün bir faça atıyorsanız mesela, üç günde bir üç faça atın. Ama bence hiç atmayın kib (kendinize iyi bakın) emanete (vücud) ihanet etmeyin.

Ayşegül'üm...

Bugün bir gül dalından koptu. Öyle güçlü estiki rüzgar çok uzağa savurdu onu.
Bugün bir gül dalında soldu. Öyle gençti ki oysa kimsenin elinden bir şey gelmedi.
"İnnalillah ve inna ileyhi raciun" sözcükleri döküldü dukadaklardan. Bugün bir gül hayata gözünü yumdu AYŞEGÜL'üm...
Lâl oldu dilim,tüm yaşam iki kelimeyle son buldu ahizenin ucunda "Ayşegül'ü kaybettik".
Sustum...
Ömrünün baharındaydın be gülüm. Daha çiçek açacaktın olmadı...
İsyan mı? asla! boynumuz bükük yaratandan gelen kaulümüz "takdir-i ilahi".
Bu kadarmış be gülüm, buraya kadarmış...Ölüm bu kadar yakınımızdaymış...
Her şey 20 yıllık tazecik ömür 2 saat içinde her şeyini alıp toprağa gidiyormuş. Peki ya bizde bıraktıkların?
Son mesajın hala duruyor be gülüm... Hani demişsin ya " ALLAH ım onu koru sana ihtiyacı olduğu zaman ona yardım et ve
bildir ki onunla yürüdüğün zaman kendisi güvendedir. Hakkında en hayırlısı ne ise onu yaşasın". Gitmeden ettiğin dua giderken
beni çok ağlattı. Ama bende üzerime düşeni yapıp senin için çok dua edeceğim gülüm...
Ayşegül'üm ALLAH sevdiği kulu yanına erken alırmış derler. Hem ölüm ayrılık değil, Rabb'e kavuşmadır.
İnşaallah senin için de öyle olmuştur gülüm...
ALLAH kabir bolluğu versin, razı olduğu kullarından eylesin, amellerin makbul, günahların mağfur, mekanın cennet olsun gülüm... Sevenlerin seni hiç unutmayacak.
Ayşegül'ün ruhuna fatiha hediye ederseniz çok memnun olurum.

Birader sen kamil misin?

Olur mu hiç / yaptığın iş / bu dünyada / nafile
Yaptığın iş / geçse yetmiş / sene / olmaz laf ile
Bu dünyada / sene / geçse kamil gene / kâf ile
Nafile / olmaz laf ile / kâf ile / gerek kafile

yov yov..

Yavuz Sultan Selim'e hürmetler..

14 Şubat 2011 Pazartesi

Soba vs Kalorifer

Sobanın çekiciliği bende çok büyükken, kaloriferinki o derece büyük değildir. Soba bize dışarının soğuk ve ayaz olduğunu hatırlatarak sıcaklığıyla bağrına basar. Soğukta yaşamak zorunda kalan kişilerin varlığını hatırlatarak vicdanımızı sızlatır. Ateşi sürekli görerek, bazen sıcaktan terlemek zorunda kalarak cehennemin varlığını hatırlamak zorunda kalırsınız.
Kalorifer ise gündelik hayatımız gibi sıradan, sıkıcı ve rutin bir ısıtma tarzına sahiptir. Dışarıda soğuk olduğunun bile farkına varmazsınız. Ne soğuyu iyice hissedebilirsiniz ne de sıcağı. Ayazdan donmuş bir şekilde eve gelip sıcağı içinize çekme şansınız yok.
Soba çok yönlü bir alettir, sizi sadece ısıtmakla kalmaz her zaman çayınızı demleyebileceğiniz sıcak suyunuz bulunur, annenizin yaptığı her türlü hamur işine eşlik eder. Yarıya bölüp iyice baharatladığınız patateslerden en önce pişenleri midenize indirebilirsiniz. Kaloriferde ise yapabileceğiniz; kurumamış olan çamaşırlarınızı üzerine serip kurutmaktan başka bir şey değildir.
Geceleri yastığa başınızı koyduğunuzda sobanın üstündeki güğümden gelen o mistik cızırtı sesisizi çok farklı yere götürür. Sobanın açık yerlerinden ritimler halinde tavana yansıyıp duran ateşin ışıldamaları size çok çeşitli duygular yaşatırken; kaloriferde bunların hiçbirini yaşama imkanına sahip olamazsınız.
Kalorifere otururuz, sobaya el uzatırız. İkisi de ısıtır, soba kazanır.
Ama gün gelir de sobaya oturup kalorifere de elimizi uzatırsak, soba yakar, kalorifer hala ısıtır. kalorifer kazanır.

Boynuzlu Maral

Elbisemi giydim duruşum dik
Resulullaha şiir yazmıyorum
Eve yalnız dönüşlerde koluma giren hüzünse
Çalışmayan bir beyin yüktür.
Ne yükler edinmiş üstelik paspal
Yetersizlikten kaynaklanır.

Devrime demlenen çay zamanları
Bense onu ısıttım.
Sahur sehere erecekken
Karın tok nefis doymayansa
Bir maral vuruluverir.

Öyle bir mücadele bu ki
Bize bırakmadan erken öldü,
Saltanatı deviren saray düşkünü.
Utancımız değil miydi?
Karşıya bakan aralıklı oturmuş kahve sakinleri
Ve made in China damgaları

Şimdi ve kalb ile her daim,
Resulullaha salât ve selam olsun.

13 Şubat 2011 Pazar

Af Dilemenin Üç Hali

Çokça kullandığımız bağışlanma dileği ifadesini içeren sözler vardır.
Durumun ehemmiyetine göre değişir.
Şimdi şu üç halini irdeleyelim derim;

-"Bağışla" hali:
Her ne kadar masumca bir sözmüş gibi görünse de emir kipindedir. Karşı taraf yapacaktır her şeyi.
Haksızken haklıymış gibi davranmanın en sinsi şeklidir. Sonuçlar acıdır.
Bağışlanıp bağışlanmamak söz sahibinin umrunda değilmiş gibi
bir hava sezilebilir, yeridir. Dengeler adına söylenmiş bir söz diyebiliriz.
Sözün sahibi şahıs, büyük erdem sahibi olduğunu dahi düşünür.
Karşı taraf eğer affetmezse erdemsizlikle yaftalanır.
Affederse de en iyi ihtimalle, 'yapması gerekeni yaptı' konumunda olur.
Bu tür durumlarda karşı taraf olmak zordur.

-"Beni bağışlasana" hali:
İstek kipindedir, biraz daha makbuldür.
Şımarıklık ve pişkinlik sezilir yine de. Karşı tarafla belli bir samimiyet söz konusu ise kullanılabilir ancak. Erdem havası yoktur pek.
Karşı tarafın kesin bağışlayacağı düşünülerek ciddiyetsizce söylenmiştir;
çünkü durum çok vahim değildir. Karşıdaki affetmezse, gaddarlıkla yaftalanır.
Affederse, babacan bir tavır sergilemiştir; aferindir ona.
Zaten affeder çoğunlukla. Bu böyledir, oyun oynar gibi.
Zararsızdır.

-"Bağışlanmamı dilerim" hali:
Güzel sözdür, herkes kullanamaz.
Sözün sahibi kişi; büyük erdem sergilemiştir, tevazu ehlidir.
Hatayı kabul etmiştir, pişmandır; sözünde samimidir, ciddidir.
Helal olsundur ona. Acz'iyet vardır ortada.
Karşı taraf affetmezse; yıkılır, viran olur ama karşı tarafa asla
kırılmaz, af dilemeye devam eder. Yapacak bir şey yoktur çünkü.
Eğer affedilirse, mutlu olur, çok mutlu olur.
Affedene karşı derin bir hayranlık besler.
Bu durumda karşı tarafsanız, affedin; sonuçları güzel olur.
Affedin; yazıktır.

Bu sözleri kullanırken ses tonu çok önemlidir.
'Bağışlanmamı dilerim' hali 'bağışla' haline bile dönüşebilir
Dikkat etmek lazım.

Nihayetinde O'ndan af dilemekse bambaşkadır. Kalıplara sığmıyor.

Bağışlanmamı dilerim, nokta.

Tartışma


Herkes bir meselede birileriyle, olmadı kendiyle tartışmıştır. Haksız olduğu durumlarda da kalmıştır, ama kabul ederse altta kalacağını düşünerek savaşmıştır. Kendi yanlışı uğruna kazandığı da olmuştur ama eline geçen eninde sonunda bir hiçlik, bir de kaybedilen enerji ve vakitten başka bir şey olmamıştır. Vakit nakittir sözünden yola çıkarak enerjinin de parayla (yemekte parayla) alındığınıda hesaba katarak kendi yanlışımız uğruna değerlilerimizi feda etmeyelim. Yanlışsak yanlışızdır efendim.

10 Şubat 2011 Perşembe

Adını Koyunca İsyan Olur


İsyanlar vardır bayım, bilir misiniz?
meydanlardan yükselip, semâyı kaplayan,
arzı titreten,
satrapların başındaki tacı yere çalan isyanlar
Firavunlar korkutan,
mazlumlar umutlandıran...

Meydanlar vardır bayım,
devrimlere şahitlik yapan,
her kara parçasının gıpta ettiği meydanlar
isyan ateşiyle kavrulan,
kanla sulanan...

Umutlar vardır bayım,
her yürekli insanın yüreğinde taşınan,
isyanla yeşeren umutlar,
hiç beklenmedik anlarda coşan,
adı özgürlük olan...

İnsanlar vardır bayım,
damarına basıldı mı aslanlaşan,
zulme boyun eğmeyen insanlar,
kalbinde sarsılmaz bir inanç taşıyan,
O'ndan gayrısından korku duymayan.

İşte bayım,
Siz bu insanlardan değilsiniz,
olamazsınız da...
Sizin böyle sağlam umutlarınız yok bayım,
taşıyamazsınız da...
Sizin böyle meydanlarınız da yok bayım ,
çıkamazsınız da...
Sizin böyle isyanlarınız hiç yok bayım,
haykıramazsınız da!...

Hikaye-i Sahra

Kutuplara ayrılmış dünya-ı sahrada verimli topraklarım adına seraplar görüyordum. Kendimi tam bu seraplara kaptırmışken bir çöl rüzgarı esti iki kutuptan topraklarıma doğru. İrkildim!


İki rüzgar da birbirinden hırçın, birbirinden kudretli ve ikisi de birbirinden hoyrattı. Hırslarını, kaygılarını ve arzularını, iki çöl rüzgarının arkasına saklayan iki zıt kutbun savaşıydı bu aslında. Tıpkı Yavuz'la Şah İsmail'in toprak savaşı gibiydi. Mağrur toprak ise çok net çizmişti sınırlarını, bu hadsiz talepleri kaale bile almadan ve asla taviz vermeden.


İki zıt kutbun hikayesiydi bu işte. İkisi de istekli, ikisi de biraz galip, ama ikisi de galip gelmek istedikçe biraz daha mağlup. Akibeti muamma SONsuz bir hikaye işte!

9 Şubat 2011 Çarşamba

Sustum



Bir sağanaktan sonra çıkan
gökyüzü gibi
sükutum
Bir annenin döktüğü
gözyaşı gibi
İçten ve kederli..

Tanıdım 2

Sevgiye muhtaç olanlar tanıdım;
Bir hayli ölmüşlerdi...

Bir Kelime Oldun Dudaklarımda

Dudaklarımda umarsızca gevelediğim bir kelime oldun artık...
Anlamını yitirdiğin halde söylemekten bıkmadığım bir kelime.
Belki bu sefer ’seviyo’ çıkar diye yapraklarına acımadan kıydığım bir papatya,
hatta bunun için kendimle bahse bile girdiğim bir kelime.
Bir kelime oldun dudaklarımda, söylemekten usanmadığım...
Dosta ’geç oldu gitmem gerek’ diye söylenen yalan kadar sahte bir kelime.
Seni son gördüğümde sana söylediğim son kelime ’git’ kadar koca bir yalan, küçük bir kelime.
Derdini dinlemekten usandığım sırdaşım için, onu geçiştirmek için,ondan bıktığım için ’üzülme’ kadar yüzsüzce bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
Söylerken bile imrendiğim, imrendiğim kadar özlediğim, özlemim kadar sahte bir kelime.
Artık okşarken tiksindiğim masum bir bebeğe söylediğim "ninni" kadar kirli bir kelime.
Bir kelime oldun dudaklarımda...
Köy kahvesinde oturup, hoş sohbetini dinlediğim amcanın artık yerini tahammülsüzlükle doldurduğu sandalyesi kadar boş bir kelime.
Sokakta top oynayan çocukların beni gördüklerinde sevinerek çağırdıkları zaman onları terslediğim, artık ’kötü abi’ olduğum kadar sert bir kelime.
Bir kelime oldun dudaklarımda...
Öğretmeninin tayini çıktığı için üzülmeyen bir çocuk kadar hissiz bir kelime.
Anneye verilen ’iyi geceler’ öpücüğünün artık isteksiz olduğu kadar duygusuz bir kelime.
Hayatında ki bir günün artık değersiz olduğu bir kelebek kadar umarsız bir kelime.
Bir kelime oldun dudaklarımda...
Bıkmadan oynadığım oyuncak arabamın kırılmasının önemsiz olduğu kadar isteksiz bir kelime.
Gitmek istemediğim köyümün bahar kokan bahçelerini umursamadığım kadar özlemsiz bir kelime.
Bir kelime oldun dudaklarımda...
Artık ne önemi var diye yırtıp attığım mektuplar kadar hatırasız bir kelime.
Belki dönersin diye güller yaptığım takvim yapraklarının çoktan yakıldığı kadar ümitsiz bir kelime.
Bir kelime oldun dudaklarımda...
Senden sonrakilere söylenen ’seni seviyorum’ kadar yalan bir kelime...

6 Şubat 2011 Pazar

Yeni Çocuk Döver!


(okurken hayalinde canlandır)

Küçükken hep dayak yerdim. Yine beni dövecek şahıs üstüme üstüme yürüyordu. R, l harflerini söyleyemeyen ben son derece kuul şekilde dedim ki:
- Seninye kavga etmek gibi iykey biy davyanış seygiyemeyeceğim. (tebessüm ettim ve elimi çocuğun omzuna koydum) Senin gibi AYDIN biyi deydini konuşayak da çözebiymeyi.
Bu konuşmadan sonra yine dayak yedim. Dayak yiyiş sebebim Angut kardeşin benim konuşmalarımı anlamamış olmasıydı. Ona Aydın dediğimde ‘ipne gibi parlak’ anlamı çıkarmıştı.
Dayak yiyeceğim zaman susar efendiler gibi dayağımı yerdim. Sağolsunlar döven şahıslar da beni çok severlerdi, hiç yüzüme vurmazlardı. En fazla iki karnıma vurup giderlerdi. Ah canlarım benim!
Baktım hep dayak diyorum lan! Bu işe bi çare bulmalıydım. Çocukları korkutabilmeliydim. Aklıma ‘’Yeşil dev’’ geldi. Kavgadan önce (daha doğrusu dayak yemeden önce) Yeşil dev gibi anormal hareketler yapıp, sinirli şekilde ‘’’değişiyoyummmm’’’ diyip, az sonra bir yaratığa dönüşeceğimi hissettirecektim karşımdakine. O da korkucaktı. Çok iyi fikirdi, çok da güzel fikirdi.
Okulumu değiştirmiştim birinci sınıfta. Denyonun biri horozlanıyordu okulun ilk günü. Bize bakan diğer çocuklar kendi aralarında ‘yeni çocuk döver’ diyordu.
'Yeni çocuk! Yeni çocuk!..’ diye tezahüratlar yapılınca benim göğsüm bir anda kalktı ve ben de Cüneyt Arkın gibi ayağa kalktım. Rivayetlere göre göğsümle senkronize şekilde g.tüm de kalkmıştı.
Hulk gibi sinirlenmiştim ve sinirli bir yüz ifadesiyle ‘değişiyoyum’ demiştim. Çocuk ‘anne’ diye bağırmıştı. Ama hala dayak yemekten korkuyodum.
İzleyenlerden biri ‘’itekle!’’ dedi, yavaşça itekledim, çocuğun ayağı kayıp kıç üstü yere düştü. Elime geçen fırsata şaşırmıştım. . Artık içimden timsah yürüyüşleri yapıyordum
Tezahürat yapanlardan biri ‘çocuğun üzerine çık’ dedi. Aynısını yaptım. Kendimi ölümsüz film karakteri Şaban gibi hissediyordum. Çünkü dışarıdan ‘üstüne çık’ diyolardı üstüne çıkıyodum, ‘tokatla’ diyodu birisi tokatlıyodum. Resmen döven ben değil de seyircilerdi, ama görüntüde her şeyi ben başarmıştım.
Biri ‘Saçını çek’ diyordu, saçını çekiyodum, ‘tükür’ diyolardı tükürüyodum. Resmen istek parça alır gibiydim. ‘Bu tüküyük tüm sevip de sevilmeyenleye gelsin, al bakiim şu tükürüğü Tühhh!’
kişinin üstüne çıktıktan sonra yapılan konuşmalar her çocuk için önceden provası yapılır. Üstüne çıktığına söylediğini bir nevi diğer erkeklere de gözdağı vermek maksatlı söylüyorsundur.
Örneğin: Bak çocuk..Seni dövmek istemiyoyum.. Ama bunu sen istedin. Bu yumyuğu suyatına atayım mı vuyup sana elimlen? Hıııı? Seytçe vuyup canını yakayımmı yumyuklan vuyup seytçe? Tüküyüyüm bak!
‘’YENİ ÇOCUK! YENİ ÇOCUK!’’ tezahüratlarıyla zafer sarhoşu olmuştum. Ben çok güçlüymüşüm. Süpermişim ben erkekmişim lan hatta, yumruklarım bilem varmış.
Çocuğun üstüne çıkmış artisçe konuşurken içimden bir ses dedi ki ‘fazla üstüne gitme. İsterse şu an bile dövebilir.’ Zaten öyle korkaktım ki elini kaldırsa üzerine çıkmış olmama rağmen kaçabilirdim. (hayalinizde canlandırın. Çok komik)

Pes mi pes mi? dedim, ‘pes’ dedi. Ve tüm seyirciler bahsi kazanmış gibi sevinçle bağırdılar ‘’OLEEYY!’.
Haklıydılar! Yeni çocuk dövmüştü.

Amatör İnsan

5 Şubat 2011 Cumartesi

Ahlâksızca Merak

Nasıl eğri bir cetvelden doğru bir çizgi çıkmıyorsa,
Ahlâksızca edinilmiş meraktan itibarlı bir bilgi çıkmayacağı aşikardır.
Bu asalete erişmek ve bunu taşımak da her kişinin değil er kişinin kârıdır.
Eğer bu erdeme layık yaşıyorsa insan, mutlu olmalı,
Yok ahlaksız merakların ardından dur durak bilmeden koşturuyorsa,
O merak da, bilgi de yerle bir olmalı.

(Acemi Tohum)

Pişmanlık


emanete hıyanetin ism-i faili ise adım,

ve artık son demlerde, son yapraklarını döktüyse itimadın,

durma yanımda arkana bile bakmadan uzaklaş adım adım.

ama bil ki arşa yükseldi; beni de yerin dibine soktu pişmanlığım.


Hı Hı Modu

İnsanların yani bizlerin, yani insan olmayı başarabilenlerimizin ya da başaramayanlarımızın her ne haltsa işte. Kısacası dünya üzerindeki iki ayaklı düşünebilen varlıkların bir "hı hı modu" var. "hı hı " modundaki kişilerden çok sözcük beklemeyin. Çünkü ya hastadır ya canı sıkkındır ya da dalgındır. Misal konuşma şöyle olur:

- İyi misin?
+hı hı. (evet anlamında onaylama)

- Eyjafjallajökull
+hı? (efendim anlamadım sorusu)

- Yağmur yağmış, kar peynir. [espri yapılır]
+ hı? hıhıhıhı (algılama geçliğinden sonra espriyi anlayıp gülme)

Bu durumdaki kişilere kabul ettiremediğimiz çoğu şeyi kabul ettirebiliriz. "Olsun mu?" diye sormanız yeterli alınacak cevap belli; "Hı hı"
Şayet bu tarafta (Dünya) yapılan anlaşmalar kabul oluyorsa günahlarımızdan kurtulabiliriz.Kurbanın ("hı hı modu" ndaki şahıs) yanına sessizce yaklaşıp sorun;
"Günahlarım senin olsun mu?"

2 Şubat 2011 Çarşamba

Büyük Afrika Devrimi


Afrika’da hızla yayılan halk isyanları dur durak bilmiyor. Tunus’la başlayan isyan Mısır’da kanlı devam ediyor. Birçok insanın öldüğü isyanlarda halkların tek parolası: “DEMOKRASİ”…
Yıl 2011… Artık kralların ve diktatörlerin kan emiciliklerine tahammülün kalmadığı yıllardayız. İnsanlar siyasi, kültürel ve ekonomik değişim ve gelişimler sonucu gözlerini açmayı başardı. Demokrasi dünya insanın refahını ve huzurunu sağlayabilecek tek unsurdur günümüzde. Ama Zeynel Abidin Bin Ali gibi, Hüsnü Mübarek gibi muhalefeti engelleyen, yönetimi tekelinde bulunduran ve görevini kendi çıkarları doğrultusunda kullanan insanlar elli yıl bile geçse bir gün muhakkak halkın sabrını taşırabiliyor. Virüs gibi yayılan isyan hastalıkları sıradaki devletleri bekliyor. Paçası tutuşanlar reform sözü veriyor, bir dahaki seçimlere katılmayacağını söylüyor. Bunlar demokrasi adına güzel gelişme açıkçası. Yıllarca halkların kanını emen vampirlerin devrimler karşısında ne yapacaklarını bilememesi beni çok eğlendiriyor.
Suriye devlet başkanı Beşar Esad, halka reform sözü verdi. Bunun anlamı çok açık. “Siz oturun oturduğunuz yerde ben size bir güzellik düşüneceğim. Aldanmayın o isyancılara.”
Yemen devlet başkanı Ali Abdullah Salih ise 2013 yılında yapılacak seçimlere katılmayacağını açıkladı. Bunun anlamı da basittir: “Aman durun yakıp yıkmayın ortalığı ben zaten yakında yolcuyum.”
Şu an Afrika’dan Ortadoğu’ya sıçramaya başlayan halk isyanı Ürdün’ü tehdit etmekte. Yani devrimin en yakın adayı Ürdün.
Hayat pahalılığı nedeniyle halkın ufacık bir gösterisi sonuç verdi ve Kral Abdullah Samir Rifai hükümetini fesh etti. Kral Abdullah’ın bu hareketinin açıklaması da çok basittir: “Tamam Samir’i gönderiyorum ama aman benim koltuğumu ellemeyin.”
Lakin Ürdün’ün de refaha kavuşması için ABD yalakası Abdullah’ın da gitmesi gerektiği aşikardır.
Mısır İsyanından sonra Hüsnü Mübarek’in düşmesi, Beşar Esad’ın isyanlardan korkması ve Tunus’un düşen devlet başkanı Zeynel Abidin’e kucak açan Suudi kralı Abdullah’ın Arap Dünyasındaki otoritesinin sarsılmasından sonra, bu kaos ortamından faydalanıp Arap Dünyasında yeni otoriteyi kurma çabasına giren Ürdün Kralı Abdullah hayatının hatasını yapıyor. Çünkü Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ki Arap ülkelerinin geleceğini Amerika ve İsrail tayin ediyor.
Durum böyle iken, Ürdün Kralı’nın Amerika yalakalığı yapıp otoriteyi kurmak istemesi kamuoyunda hiç hoş karşılanmaz. Siyasi olarak amacına ulaşabilir belki ama bu isyanın Ürdün’e sıçramasına en büyük sebep olur. Bunun farkında olan Kral Abdullah bu küçük gösteriye karşı hükümetin istifasını istemesi, ABD ile yakınlaşma sonucu çıkabilecek isyanı önlemek amacı taşıyabilir.

Gelelim Demokrasi meselesine…
2011 yılına ulaştığımızda yukarıda örnek verdiğim gibi Ürdün Kralı ve benzeri kişilerin artık halkı kandırması söz konusu değil. Maymun gözünü bu yıl açtı. Arap halkı diktatörlere ve krallara taviz vermiyor. Ve bu zamana kadar her istediğini yapan kan emiciler artık koltuğunu Demokrasi’ye bırakmak zorunda…

Adını Sen Koy

Küçüktüm, yalnızdım, ben yalnızken hep ağlardım...
Bir sürü problem vardı...
Kovboyculuk oynardım, atım yoktu.
Evcilik oynardım, karım yoktu.
Askercilik oynardım, silahım yoktu.
Hep ben düşürürdüm düdüklü şekerimi çamura...
Sırıta sırıta yerlerdi sonra karşımda.
Hep ben paylaşırdım simidimi sokak kedileriyle.
Hep ben yarım yaşardım hayatı, tıpkı yarım simidim gibi.
Hep onların her şeyi tamdı...
Olsun varsın, yarım yiyeyim simidimi.
Benim şekerim düşsün çamura...
Paylaşayım bir parça simitle birlikte sevgimi sokak kedileriyle.
Olsun varsın,
İnsanlık var küçük avucumda parçalanmayan büsbütün.
Yarım simidin ne önemi var ki...
Çamura düştüğünü görünce,
Benimle paylaşmadıkları düdüklü şekerin ne önemi var ki...
İşte bütün mesele bu. Kimse sevmiyor kimseyi.
Düşene bir tekme farz olmuş.
Ve görev bilmişler kendilerine tekme yiyene gülmeyi...
Küçüğüm, aklım ermez bunlara.
Adını koyamam bu insafsızlığın elbet daha.
Alay ederler benimle.
Kurula kurula "sus bakiyim sen çocuksun" derler.
Sevgi nedir bilmezler.
Ötekini düşünmezler,
Berikini önemsemezler...
Adını sen koy Allah aşkına büyük adam...
Onlar benim ne söylediğimi bilemezler...